Hemen hemen hepimiz bu dünyada bir rızık peşinde koşuyoruz. Kimseye muhtaç olmamak, izzetli, onurlu yaşamak için bir meslek edinir; o işte rızık, başarı, güzellik ararız bir ömür.
Pilot havada bir rızık, bir maaş, bir menfaat için uçar.
Kaptan denizde yine aynı şekilde bir rızkın, menfaatin, bir maaşın peşindedir.
Madenciler, yerin altında yine bir rızık peşindedir.
Memur, esnaf, çiftçi, zanaatkâr, işçi, işveren yine bir rızkın, bir menfaatin, bir gelirin peşindedir.
Bu gayet doğal ve doğru olanıdır. Çalışmak ve üretmek, bir meslek, iş sahibi olmak ve rızkımızı ondan temin etmekten daha güzel dünyada ne olabilir?
Peki, yanlış olan ve toplumda sıkıntı doğuran, biz insanların birbirine karşı güven, sevgi ve muhabbetini azaltan nedir, hangi yaptığımız yanlışlardır?
Bencilliklerimiz,
Aşırılıklarımız,
İhtiraslarımız,
Değer arayışındaki eksen kayması,
Tek dünyalı yaşama gayretimiz,
Yetinme duygumuzun körelmesi, daha fazlalar,
Taşıyamayacağımız, yiyemeyeceğimizin peşinde ısrarcı olmamız,
Rabbimizin asıl istediği şekilde değil de canımızın istediği şekilde hayata tutunma gayretimiz,
Baş olma sevdası, kibir, kıskançlık, elimizdeki imkânları gözlere göstermede istekli olmamız,
Bazen en yakınlarımıza bile küçük bir yardım da bile bir karşılık beklememiz,
Menfaatlerimizi tanrılaştırmamız ve menfaatlerimiz için yakın, uzak insanları harcamamız, birçok ilişkilerimizi menfaat üzerine inşa etmemiz toplumun kalbi olan sevgi, muhabbet, birlik ve beraberliğe zarar veriyor.
Dün bir paylaşım dikkatimi çekti:
“Kimsenin kimseyi gerçekten çok da sevmediği bir devirde yaşıyoruz. Herkes tek bir şeyin peşinde o da menfaat.”
Bu paylaşımın abartılmış olabileceğini düşünürken zihnimde daha önce okuduğum mısralar ve Hz. Ali (ra) nin sözü zihnimde canlanmaya başladı.
Mehmet Akif Ersoy, menfaat duygusunun biz insanlarda ağır bastığını mısralarına şu şekilde yansıtır:
Aldanma insanların samimiyetine,
Menfaatleri için gelirler vecde.
Vaad etmesiydi Allah cenneti;
O’na bile etmezlerdi secde.
Mehmet Akif Ersoy, Rabbimiz (cc) biz insanlara kulluğumuza, güzel amellerimize karşılık cenneti vereceğini söylemeseydi, bizim ibadetten yana olmayacağımızı mısralarında dile getirir.
Dünyadaki menfaat şöyle dursun, ahiret işlerinde bile menfaate yönelebileceğimizi dile getiriyor.
Hz. Ali (ra) biz insanları ibadet etme yönüyle üç kısma ayırır:
Korktukları için ibadet edenler. Bunların köleler olduğunu söyler.
Umdukları için ibadet edenler. Bunların çoğunlukla tüccarlar olduğunu söyler.
Şükür için ibadet edenler. Bunların seçkinler, hürler olduğunu söyler.
Hz. Ali (ra) dünyadaki işlerim rast gelsin, her muradıma kavuşayım, dünyam cennet olsun, çok malım mülküm olsun, işyerime çok müşteri gelsin, ürünlerim dolsun taşsın, hayvanlarımın sayısı çoğalsın, ayağıma taş değmesin vb. gibi niyetlerle düşüncelerle de içinde menfaat düşüncesi taşıyan ibadete yönelebileceğimizi söylüyor.
Dostoyevski, şeytanın tembelleşme aşamalarını ve bizi yanlışa iten yönlerimizi ne güzel ortaya koymuş:
“Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgâr sert esti. Üç tüy düştü şeytandan. Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.”
Dostoyevski’nin dediği gibi ne yazık ki, içinde mal mülk, para, makam mevki şöhretin, ihtirasın olduğu bir yerde dürüst, ahlaklı, vicdanlı, merhametli kalmak zorlaşıyor.
Dostoyevski, üç tüy düştü şeytandan, diyor:
Paraya
Makam mevkiye
İhtirasa
Bu üçlü, şeytan tüyü yapıştığı için olsa gerek dünyadaki çatışmalara, boğuşmalara neden olmuyor mu?
Babayı oğula, kardeşi kardeşe, akrabayı akrabaya, dostları birbirine düşüren para, mal mülk çıkar hesabı değil mi?
Bir muhtar seçimi yüzünden bile yerin altını boylayan ve üstünde uzun süre küslükler olmuyor mu?
Bir şeye olan aşırı, güçlü istek, tutku, sonu gelmez arzu anlamlarına gelen ihtiras, hırs çoğu zaman gözlerimizi kör ederek kalplerimizi katılaştırmıyor mu?
İhtiras Rabbimizi unutturup, dünyayı kıble haline getirerek şirkle karışık bir yaşam tarzıyla bin bir türlü tanrıları kalbimize doldurmuyor mu?
İhtiraslı insan rayının, niyetinin değiştiğinin bile farkında olmaz, yeter ki dünyadaki güçlü isteğine ulaşsın.
Meşru ya da gayrimeşru helal ya da haram fark etmez, yeter ki hedefi gerçekleşsin.
Karıncalar gibi ölçüyü kaçırmış bir şekilde hırsla çalışırken zaman çarkının dişlileri arasında yavaş yavaş ufalanıp yok olmaya yüz tuttuğumuzun bile farkına varamıyoruz.
Beyin, kalp ve gönül dinginliğini yok eden huzursuz bir iç dünyayı kendine çeken çoğu zaman bunlar değil mi?
ALİ ALTAYLI