Sadece yangında, depremde, denizde, savaşta, ormanda, ıssız bir diyarda kaybolan mı kendini kaybeder, kaybolmuş sayılır?
Ya kaybolmadan kaybolanlar, kendini kaybedenler, var yok, olanlar.
Kendini kaybetme, hem kendimizi hem de başka insanları tehlikeye atan ve sonu çoğu zaman hüsranla biten bir kayboluş durumudur.
En büyük kayboluş ise manevi, ruhi ve milli olanıdır.
Kierkegaard şöyle der:
“İnsanın kendini kaybetmesi, bu en büyük tehlike, sessizce gerçekleşir. Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi. Hâlbuki kaybettiğimiz herhangi bir şey- bir kol, bir bacak, beş lira, bir eş-mutlaka dikkat çeker.”
Peki, bir insan kendini bu büyük evrende, karmaşada sessizce nasıl kaybeder de farkında bile olmaz.
- Kimliğini, inancını, ruhunu kaybeden bir birey yavaş yavaş kendini kaybeder.
Kazım Karabekir Paşa bize bu konuda ne söyler?
Benlik bir milletin rüştü demektir
Benliksiz millet göçtü demektir.
- Umudunu, neşesini kaybeden bir hedef peşinde koşmayan bir birey yavaş yavaş kendini kaybeder.
- Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bile değeri olmayan dünyayı çok önemser, bütün yatırımı bu dünyaya yapar, bu dünya için ihtirasla çalışırsa bir birey, yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutar. “Tek derdi dünya olanın dünya kadar derdi oluyor” ve dert, stres içinde yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutuyor.
- Travmalarından, negatif bakış açısından ve zararlı alışkanlıklarından bir türlü kurtulamayan bir birey yavaş yavaş kendini kaybeder.
- Kin, intikam, öfke, kıskançlık, gösteriş, kibir, dedikodu gibi manevi hastalıklardan bir türlü kurtulamayan bir birey yavaş yavaş kendini yer bitirir ve kaybolmaya yüz tutar.
- Nefsini adeta ilahlaştırmış, beslemiş, her istediğini vermiş; haz, hız, ayartı peşinde koşan bir birey yavaş yavaş kendini bitirir, yok eder de farkında olmaz.
- Kendi elinde olan imkânları küçük görerek şükür ve yetinme duygusunu unutarak hep başkalarının kazanımlarında gözü olan, şikâyet hastalığına yakalanmış bir birey, aile, toplum yavaş yavaş kendisini kaybeder.
- Çok hızlı geçen ve sonlu bu dünyada “iz bırakacak” aşkın bir düşünceye, vizyona, gayrete kendini adamayan üretmeye, keşfe, meraka, hayrete sahip olmayan birçok insan yavaş yavaş kendini kaybeder.
- Kendinden başkasını düşünmeyen, sadece kendi çıkarları için yaşayan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapan bir insan yavaş yavaş bu adaletli Hakim’in mülkünde kendini kaybeder.
- Aklını başkalarının cebine koymuş ve kalbine sahte sevgileri doldurmuş her bir birey, yavaş yavaş kaybolur.
- Dünya üniversitesinde öğrenci olarak kalmayı beceremeyen, ilmi enaniyetle kendisini kaybetmiş, başka bilen kişilere kendisini kapatmış, bir birey yavaş yavaş patinaj yapmaya başlar da haberi olmaz.
- Dünya ve ukbanın gerçek sahibini unutan, emirlerini dinlemeyen canının, medeniyetin, el âlemin istediği gibi yaşayan bir birey yavaş yavaş kendini kaybeder.
Hikem-i Ataiye ne güzel söylemiş:
Cenâb-ı hakkı bulan neyi kaybeder?
Ve onu kaybeden neyi kazanır?
- Bedava bir imtihan için verilen değerli zamanı, günleri, haftaları, ayları ekran karşısında, kahve köşelerinde, eğlence merkezlerinde, dedikodu kulüplerinde bir amaç olmaksızın geçiren bir birey kendini kaybeder.
İnsan dünyada en çok mecazi sevgililerin, tutkuların peşinden koşsa da aslında hak ve hakikati, Yaratıcıyı, samimi dostları, dinginliği, iltifatı, iç ve dış huzuru, bedenen ve ruhen sağlığı bir ömür arar, durur.
Kaybettikleri ise bu büyük boşlukta insanın önce kendisidir. Hızlı geçen ömür sermayesidir. Geçim derdi bahanesiyle yarım kalan hayalleri ve sevdikleridir. Gerçek dostlarını dünyalık çıkar uğruna kendisinden uzaklaştırmasıdır.
ALİ ALTAYLI