Cuma namazlarını genellikle Araboğlu camisinde kılmaya çalışıyorum. Sebebi ise Karasakal Hoca’nın her cuma bu camide cemaatle buluşarak onları dini konularda aydınlatmasıdır. İlminden çok istifade ettiğim, bu değerli hocamızın anlatım şeklinin güzelliği ve özellikle seçtiği konular, benim gibi birden çok kişinin pür dikkat kendisini dinlemesini sağlamaktadır.
Bugünkü vaazında ezan okunmasına yakın cemaate dönerek şeytan niye şeytan oldu biliyor musunuz, dedi.
Şeytan içki mi içti?
Şeytan kumar mı oynadı?
Şeytan faiz mi yedi?
Şeytan şirk mi koştu?
Şeytan zina mı etti?
Daha bunlar gibi birden çok büyük günahlardan sıraladı. Hatırladığım kadarıyla aklımda bunlar kaldı.
Bu saydıklarımın hiçbiri değil, dedi.
Şeytanın şeytan olmasının tek sebebi kibirlenmesidir, büyüklük taslamasıdır, dedi.
Secdeye yanaşmamasıdır, dedi.
Biz secdeye günde seksen defa niçin varıyoruz; biliyor musunuz, dedi.
Benliğimizi kırmak için.
Secde ne demektir, dedi.
“Sen âlâsın Rabbim, ben alçağım.” demektir, dedi.
(Yani sen yücesin ben senin yüceliğin karşısında küçüğüm, acizim, topraktayım, yerdeyim.)
Biz günde seksen defa Rabbimizin huzurunda “Sen âlâsın Rabbim, ben alçağım.” diyerek kibrimizi, benliğimizi secdede eritiyoruz, dedi.
Kibir en çok kimlerde olur, dedi.
İlim sahiplerinde.
Zenginlerde.
Ucb (ucub) tan bahsetti.
Ucub: Kendini beğenmişlik. Ameline ibadetine güvenip kendini kurtaracağını zannetmek, yaptığı işe güvenmek anlamlarına gelir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Lokman (as) oğluna öğüt verirken şöyle diyor:
“Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kibirle kasılan, kendini beğenmiş, çokça övünüp duran hiç kimseyi sevmez.” (Lokman Suresi: 18)
Yaklaşık bir hafta önce bu konuyla ilgili ajandama birkaç Hadis-i Şerifi not düşmüştüm.
“Şayet siz günah işlemeseydiniz, bundan daha büyüğü/tehlikelisi olan kibre düşmenizden korkardım.”
“Günah işlemeseydiniz, bundan daha zararlı olan ucubdan korkardım.”
“Üç şey helak edicidir: Bunlar cimrilik, heva-i nefs, kişinin kendisini ya da fikir ve görüşünü beğenmesidir.
Elde ettiği imkânlardan dolayı kibirlenen, beraber yürüdüğü arkadaşları yarı yolda bırakan, üstten konuşan, taşan, sınırı aşan tanıdıklarımın sonunun hiç de iyi olmadığını gözlemledim.
Eczaneden fiziksel ve psikolojik hastalığı için doktorun yazdığı ilacı alan ama en büyük manevi hastalıklardan olan kibir hastalığının tedavisi için bir adım atmaktan, uygun ilaç kullanmaktan kaçan insanlara akıllı denilebilir mi?
Bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülük, kendisini bir halt zannetmesidir. Ben olmasam, benim aklım, benim öngörüm, ben ben diye başlayan ve sarımsak kokar gibi kibir kokan sonu gelmeyen cümleleridir.
Montaigne:
“İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.” der.
Bize kendimizi ve Hakkı bulduran ilim ile öğrendikçe olgunlaşıp egomuzun küçülmesi gerekir. Yoksa öğrendikçe gördükçe dünyanın çeşitli imkânlarını elde ettikçe kibrimiz artıyorsa kendimizi tekrar sorgulamamız gerekiyor. Yukarda ecel aşağıda kabir, gece ve gündüzün her gün değişmesi bizi hangi sona yaklaştırıyor bir düşünelim.
Nâbî’nin beytinde dediği gibi dünya üniversitesinde ölene kadar öğrenci olarak kalabilmek, “oldum” demeden kibre yönelmeden ilim yolculuğunu tamamlayabilmek ne güzel bir tercihtir.
İlm bir lücce-i bî-sâhildir
Anda âlim geçinen câhildir
(İlim sahilsiz, uçsuz bucaksız bir denizdir. Bu deryada “ben âlimim” diyen cahildir.)
Lâedrî ne güzel ifade etmiş:
“Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyecek hâke nebât
Mütevâzı olanı rahmet-i Rahman büyütür.”
(Bir bitki toprağa düşmeyince filizlenip neşvünema bulamaz. Alçakgönüllü, kibirden uzak olan kişiye Rahman’ın rahmeti büyütür.)
Yunus Emre topraktan yaratılan bizlerin toprak gibi alçakgönüllü olmamız gerektiğine vurgu yapar:
Bir avuç toprak, biraz da suyum ben.
Neyimle övüneyim, işte buyum ben.
ALİ ALTAYLI