Kaldırımdan geçen adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu: Yanıyorum, yanıyorum, yanıyorum. Çevredekiler bu adama bakıyor, olup biteni anlamaya çalışıyorlardı. Daha önce bu adamı görmüştüm. Kendisiyle ve çevresiyle kavgalı olduğu belliydi. Toplum olarak böyle kişilere önyargılı bakarız ve ağzımızdan hemencecik malum kelime çıkar: Deli.
Bu adam niçin bağırıyordu?
Bu adamın içini yakan neydi?
Geçirdiği ağır travmalara kimler neden oldu?
Toplum olarak psikolojik dayanıklılığımız istenilen düzeyde değil. Ufak bir meseleden birbirimizi üzebiliyor, daha da ötesine gidebiliyoruz. Tanınmış bir terapistten sıra almak için bir ay beklemek gerekebiliyor.
Peki, psikolojik sağlığımız niçin istenilen düzeyde değil?
Rabbimizle yeterli düzeyde iletişimde ve yakınlıkta olmayıp yanlış konumlandırdığımız eşyayla ekranlarla ve diğer yanlış, problemli insanlarla iletişimimizi sürdürmemiz ruhsal sağlığımızı bozuyor.
Elimizden çok çabuk kayıp gideceklere sevgi, aşk, muhabbet beslememiz ve baki olan, kalbimizin sahibi Rabbimizden uzak düşmemiz psikolojik dayanıklılığımızı azaltıyor. Asıl gurbette olanlar memleketinden uzak düşenler değil, kalbin Rabbin sevgisinden uzaklaşmasıdır. Bu uzaklık bize iyi gelmiyor, bizi yıpratıyor ve hayatın zorluklarına karşı savrulmamıza neden olup ruh sağlığımızı bozuyor.
Rabbimiz bizlere sınırsız ve sürekli bir muhabbet vermiş. Bize verilen bu muhabbet, sevgi, aşk sermayesini yerinde kullanmadığımız takdirde vücut fabrikamız arızalanıyor. Ayrılık, acı, karşılık görememe, şikayet gibi zihnimizi yoran, düşünce sarmalı içinde yaşamak zorunda kalabiliyoruz.
Baki’yi sevmek ve hayatımızı onun istediği şekilde yaşamaya çalışmak, muhabbetimizin çoğunu ona vermek, azını fanilere vermek psikolojik sağlığımızı koruyor. Faniyi sevmek ise feryadımızı, çığlığımızı, stresimizi arttırıyor; çoğu zaman tutkuyla bağlandığımız faniler sevgimize karşılık vermiyor, kayboluyor, bazen elveda bile demeden bırakıp gidiyor bizleri.
Bu dehşetli asırda bizler sevgimizi asıl hak edene vermediğimiz için ruhumuz yorgun, kalbimiz hasta, zihnimiz şaşkın, geçen günlerimiz gerçek iç huzurdan çok uzaktır.
Bir genç, bir kızı çok sever; verdiği sevginin karşılığını bulamaz, aşk acısından feryat eder.
Bir anne çocuğunu çok sever, üzerine toz kondurmaz; çocuk büyür, anne feryat eder.
Arkadaşım canımdan öte deriz; zor günümüzde yanımızda olmaz, feryat ederiz.
Kardeşlerim biricik deriz; miras kavgasına düşer, feryat ederiz.
Göz kamaştıran ürünlerimizi çok severiz; dolu vurur, feryat ederiz.
Canımızı, cananımızı çok severiz; bir anda hastalanır, kaybeder, feryat ederiz.
Yaptığımız binaları ve içindekileri çok sever; bir anda kaybeder, feryat ederiz.
Her gün gezdirdiğimiz, güzel bir isim verdiğimiz kıymetli hayvanlar bir anda ölür, feryat ederiz.
Evimizdeki vazoyu çok sever, herkese gösterir; bir anda kırılır, feryat ederiz.
Vücudumuzu, gözümüzü, kaşımızı, saçımızı çok severiz; bir anda yaşlanır, feryat ederiz.
Cahit Sıtkı Tarancı yılların geçmesiyle kendinde gördüğü değişimleri ne güzel ifade etmiş:
…
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
*
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
…
Okuduğumuz şiirlerin ve dinlediğimiz birçok şarkının ana teması aşırı bir şekilde bağlandığımız fanilerden yediğimiz tokatların sızlanması, feryadı değil midir?
Rabbimizin bizlere verdiği muhabbeti kendisi için kendi yolunda kullanmamızı istiyor. Yarattığı kainata kendi hesabına bakmamızı istiyor. Bir karpuz dilimini yerken bile düşünmemizi istiyor. Karpuzun iç ve dışındaki renkler bize ne söyler, niçin bir tane çekirdek değil de bir tarlaya ekecek çekirdek var, niçin karpuz yuvarlak, kocaman karpuzu ince bir iple nasıl bağlamış gibi sorularla bizi kendisinin yarattığı bir meyve üzerinde bile düşünmemizi istiyor.
Ağzımızdan çıkan kelimeler daha çok itici, kırıcı, dökücü, seviyesizse, gün içinde genel olarak öfkeli, gergin, alıngan isek içinden bir türlü çıkamadığımız sorunların ağırlığı altında ezilmekten bitkin düşmüşsek, şikâyetçi ve karamsar bakış açısı geliştirmişsek geçmiş travmalardan bir türlü kendimizi kurtarmayı başaramamışsak psikolojik dayanıklılığımız git gide azalıyor demektir.
Uzmanlara göre psikolojik sermayesi güçlü olan insanların, dört önemli özelliği var:
*Aile uyumu ve desteği olan kişiler
*Zihnini olumluya odaklaması, şükür duygusu
*Sosyal çevre ile iletişimin güçlü olması
*Belirli bir amacı olan ve çözüm odaklı düşünen kişiler
Aile uyumu ve desteği olan kişilerin hayatın zorlu imtihanlarına karşı dayanıklılığı daha fazla oluyor ve ruhsal çöküntüden uzak olabiliyorlar. Kendini yalnız hissetmeyen bir birey, daha güçlü olabiliyor; zorluklarla mücadele gücünü kendinde bulabiliyor.
Yaşadığımız hayatta iyi-kötü, güzel-çirkin, yaz-kış,gündüz-gece beraber bulunuyor. Zihnine pozitif girdi yapanların psikolojik sermayesi yerinde oluyor. Güzeli, olumluyu gören, güzel düşünüyor; beyin sağlığını koruyor. Hz İsa ve havarileri yolda giderlerken havariler, “bu leş ne kadar pis kokuyor” diye burunlarını kapatırken Hz İsa köpeğin dişlerini göstererek “Ne kadar da güzel dişleri var!” diyor. Olumsuzluklar içerisinden olumluyu görebilmek, olumsuzluğa takılarak zihnimizi çöplüğe dönüştürmemek, Rabbimizin verdiği nimetlere hesapsız şükretmek psikolojik sermayemizi çoğaltıyor.
Sosyal çevresi zengin, içini dökmeyi ertelemeyen insanların psikolojik dayanıklılığı fazla oluyor. Kimseyle anlaşamayan, insanlarla kaynaşamayan, buz gibi soğuk insanlar yalnızlaşıyor. Yalnızlaşan ve her şeyi içine atan insanlar daha çabuk hasta oluyor. Kahve, çay yudumlarken çok sevdiğimiz, güvendiğimiz insanlarla konuşabilmek, içimizi dökebilmek bize iyi geliyor.
Belirli bir amacı olan ve sorunlara değil, çözüme odaklanan insanların psikolojik dayanıklılığı artıyor. Hedef bizi dağınıklıktan, başkalarıyla uğraşmaktan, boş işlerin peşinde koşup kaldırım mühendisliği yapmaktan alıkoyuyor. Hedef; özgüven, huzur, mutluluk, değerli olma duygusu veriyor. Belirli bir hedefi olmayan insanların daha çok şikayetçi, memnuniyetsiz, tembel, uyuşuk, haz duygusunun peşinde bir ömrü harcayan kişiler olduğu bir gerçektir.
Dünya denizinde dalgalar, fırtınalar eksik olmuyor ve doğan hiç kimseye güzel, sorunsuz bir hayat sözü verilmemiş. Soruna değil, çözüme yönelik adım atanlar; sorunu büyütmeyip çözüme odaklanan insanların dayanıklılığı, psikolojik sermayesi daha fazla oluyor.
ALİ ALTAYLI