Mehmet Âkif ERSOY “Safahat” kitabında Allah korkusu olmayan bir insanın hayvanlaştığını, hatta hayvandan daha aşağı, alçak bir duruma düştüğünü söyler. Ahlaklı toplumun temel taşını kuru bilgi değil, sinelerin özüne işlemiş Allah korkusu olduğunu söyler:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın…
Ne irfânın kalır tesîri kat’iyyen ne vicdânın.
Hayât artık behîmîdir, hayır ondan da alçaktır.
Kalplerden Allah korkusu çekilip alınırsa irfanın ve vicdanın bir tesirinin kalmayacağına, adeta bir insanın insanlıktan çıkacağına vurgu yapar.
“ Hayât artık behîmîdir, hayır ondan da alçaktır.” mısrası üzerinde kafa yormaya çalışalım. Behîme, Arapçada dört ayaklı hayvan demektir. Eğer bir insanda Allah inancı, korkusu olmazsa dört ayaklı hayvanlar gibi yaşamaya başlar. Hayatı hayvanca bir yaşayıştır. Hayvanlar gibi hissiz, kalpsiz, gamsız, sefildir. Hayvanlar gibi yer, içer, boşaltır; midesi ve cinsel arzularını tatmin için yaşamaya başlar.
İyi bir gözlemci ve dini yönden iyi bir donanıma sahip olan Mehmet Akif, Allah korkusundan uzak bir insanın iki ayaklı hayvana dönüşeceğini hatta dört ayaklı hayvandan daha aşağı düşeceğine dikkat çeker. Bu konu çoktan beridir beni düşündürüyordu. Eşrefi mahlûkat, varlıkların en şereflisi olarak yaratılan insan nasıl olur da Rabbini tanımaz ve ondan hakkıyla korkmazsa dört ayaklı hayvandan daha aşağı düşüyor.
Bir hayvanda insanların faydasına çok şey bulunur. Etinden, sütünden, derisinden, yününden, sırtından, dışkısından yararlanılır.
Eğer bir insan verilen aklı, kalbi, gözü, vicdanı, bilgiyi Allah için kullanmaz; Allah’tan hakkıyla korkmaz, ölüm ve hesabı düşünmez, kötü niyet ve alışkanlıkla hayatını devam ettirir ve ısrarcı olursa bozulan bir yağ gibi olur, onu dönüştürüp kullanamazsın. Kendisine, sevdiklerine ve insanlığa verdiği zarar, faydasından kat kat çok olur. Bu yüzden bozulan, Allah’ı unutan, onun sevgisi ve korkusunu içinde barındırmaya gönüllü olmayan bir insan, hayvandan daha aşağıdır ve zararı hadsizdir.
Güncel örneği dünyanın gözü önünde Filistinlilere özellikle çocuklar, kadınlar ve yaşlılara zulmünde ısrar eden İsrail’dir. İsrail’in yaptığı zulmü gerçek Allah inancı, korkusu, şefkat ve merhameti olan bir devlet yapabilir mi? Hayvanların yaralı Filistinli çocuklara gösterdiği şefkati bir insan olarak İsrail göstermiyor. Allah korkusunu unutan İsrail, İsrail ve destekçilerinden çekinen bizler, masum çocukları yarınsız bırakmadık mı?
Biz insanlar ya Haktan korkarız ya da halktan, diğer insanlardan korkarız. Hakkın korkusunu unuttuğumuz ve diğer insanlardan, olaylardan, gelecekten korkmaya başladığımız zaman küçülmeye, kuraklaşmaya, silikleşmeye, durağanlaşmaya başlarız.
Rabbimiz Âl-i İmrân, 175. ayetinde:
“O şeytan sizi yardakçıları ile korkutur. O hâlde gerçekten mümin iseniz onlardan değil, benden korkunuz.”
Atalarımız kork Allahtan korkmayandan, demişlerdir.
Hakkıyla gerçek manada Allah’tan korkan ve bir gün ölüp hesap verme şuuru taşıyan bir insan:
Can almaz, can olur.
İnsanlara zulmetmeyi bırak, karıncayı bile incitemez.
İşini sağlam yapar, hile hurdaya başvurmaz.
Sorumlu olduğu kişiler hakkında hassas olmaya çalışır.
Gözünü ve gönlünü haramlarla kirletmez.
İnsanların arkasından konuşarak izzetine helal getirmez.
İçki, kumar ve çeşitli bağımlılık yapan maddelerle geleceğini karartmaz.
Tv ve ekranlar karşısında yirmi dört saatin üçte birini harcamaz.
Koğuculuk yapmaz, insanları birbirine düşürmez.
Küçük bir çıkar için döndükçe dönmez, renk değiştirmez.
Giyim kuşamına dikkat eder, kendisinin ve diğer insanların hukukunu korur.
Haz ve hız çağında nefsiyle ve dünyanın cazibeli yönüyle mücadele eder.
Tembellik ve konfor tuzağından kaçabildiği kadar kaçar.
Kendisine ve sevdiklerine yapılmasını istemediği hiçbir şeyi başkalarına yapmaz.
ALİ ALTAYLI