Nuran Öğretmen, Van’ın bir köyünden Mersin’in bir ilçesine edebiyat öğretmeni olarak yeni
atanmıştı. Nuran Öğretmen’in kafasında bin bir türlü sorular dolaşırken yüksek bir sesle irkildi.
Orta yaşlı bir amca:
Kızım! Cezaevine gideceğim, acaba kaç numaralı dolmuş o istikamete gider?
Nuran Öğretmen:
_Amca! Ben bu şehre yeni taşındım, bilmiyorum; yandaki büfeciye sorabilirsiniz, dedi.
Amca:
_Teşekkür ederim kızım. Büfeci yardımcı oldu, birkaç dakikaya burada olurmuş, dedi.
Nuran Öğretmen:
_Amca, kim yatıyor cezaevinde, dedi.
Amca:
_Asker arkadaşım yatıyor, diyerek cevap verdi.
Amcanın beklediği dolmuş gelmiş, amca binerek uzaklaşmıştı. On dakikaya yakın bekledikten sonra
Nuran Öğretmeninde bineceği dolmuş gelmiş o da görev yaptığı liseye doğru yol almaya başlamıştı.
Nuran Öğretmen yaşlı amcadan etkilendi, iyi durumda kan bağı olan akrabamızı ziyarete gitmekte
zorlandığımız günümüzde, hapishanedeki asker arkadaşını ziyarete giden amcanın vefasını takdire
şayan buldu.
Nuran Öğretmen düşünmeye başladı, acaba şehirlerin dışına kurulan hapishanelerdeki insan sayısı
mı çok, yoksa şehirlerin içinde kendi vücut ve zihin binasında hapis olan insan sayısı mı çok diye?
Taşlarla tuğlalarla örülmüş hapishanelerde çoğu insan belirli süre kalıp çıkmaktadır. Ya bir ömür
zihin hapishanesinde mahkûm olan bizlere ne demeli? Bizler dışarda kendimizi hür zannederken
belki de asıl mahkûm zihin ve özü özgürlüğe kavuşturamamış bizlerdik, diye içinden geçirdi.
Elindeki ajandayı aldı ve yazmaya başladı. Önce şehir dışındaki hapishanelere kimlerin girdiğini
yazdı. Sonra kendi kendine hemen hemen herkes cezaevine hangi suçlardan girileceğini bilir,
diyerek aynı zamanda cezaevindeki kişilerin de çoğunun vücut binasındaki evlerini ihmal ettiklerini
ve bunun bedelini ağır ödediklerini yazdı.
Daha sonra şehrin içinde yaşayıp hatta daha dar dairede kendi vücut binalarında yaşayıp da bir
türlü özgürleşemeyen, mahkûmiyet suresi bitmeyen biz insanların belli başlı özelliklerini maddeler
halinde yazmaya başladı:
1.Kendilerine eğitim bütçesi ayırmazlar. En büyük yatırım denince ilk önce “eğitim” akıllarına gelmez.
- Her şeyi bildiklerini zannederler, başka akıllardan faydalanmayı pek sevmezler.
- Kitap okumayı sevmezler. Evlerinde her türlü dolap bulunur; ama kitaplık dolabı bulunmaz.
- Hedefsiz, vizyonsuz yaşarlar. Belirli, net bir gayeleri yoktur.
- Fikirleri, olayları değil; çoğu zaman kişileri konuşurlar.
- Filmler, spor, haberler ve çeşitli programlar için günlerinin ve ömürlerinin en az dörtte birini
vermekten çekinmezler. - Farklı yerler gezmeyi sevmezler; sıradan, durağan yaşamayı severler.
- Korku, endişe, kaygı, evham, paranoya, önyargı, karamsarlık, kötümserlik, kötü niyet, pişmanlıklar
zihinlerini zayıflatmış ve atılımlarını durdurmuştur. - Kendi hatalarını kolay kolay kabul etmezler. İnsanları affetmez vücut bina torbalarının içine kin,
nefret, öfke, kıskançlık, narsistlik, gösteriş, hırs, yalakalık gibi zehirli ürünler koyarlar. Zamanla
yerleşen ve kök salan bu yabani otlardan habersiz yaşamaya devam ederler. - Zihinlerini ve özlerini hakkıyla iyileştirmedikleri için dışarda kazandıkları başarılar da uzun süre
devam edememiştir. - Arkadaş, konu komşu seçimine dikkat etmezler.
- Birçoğunun kalplerinde tek Sevgili yerine birden çok sevgili olduğu için gerçek hürriyetle
tanışmadan ömürlerini noktalarlar. - Değer ve kıymeti dışta ararlar. Statü, zenginlik, şan şöhret onlar için öncelikli yerini korumayı bilir.
- Güçlü imana ve araştırma, gözlem, bilgi birikimi sonucu oluşmuş zihne sahip olmayı isterler; ama
bedel ödemeye yanaşmazlar. - Yaratıcı ile ilişkileri istenilen düzeyde olmadığı için diğer canlılarla ve eşyayla ilişkileri problemlidir.
Ali Altaylı