Öyle dehşetli bir asırda yaşıyoruz ki, hemen hemen eskiye nazaran her şeye sahibiz ama huzur hariç. Kime dokunsan bin ah işitiyorsun. Sabah bir müşterim geldi insanlar sıkıntılı, stresli eskiye nazaran sorunlar arttı, dedi. Bugün yazmayı düşündüğüm başka bir konu için başlık atmıştım, ama bu konunun daha önemli olduğunu düşündüğüm için önceliği bu denemeye vermeyi uygun gördüm.
Eskiden yeterli maddi imkân olmamasına rağmen mutlu olmayı başarabilen insanlar, şimdi niye tedirgin, hırslı, şikâyetçi?
Eskiden bir çorbanın başında huzurla toplanan insanlar, şimdi en kral yemeklerin içinde niye mutsuz?
Eskiden toprak evlerde yaşayan ama umutlu ve mutlu olmayı başarabilen insanlar, şimdiler de en geniş ve görkemli evlerde niye mutsuz?
Eğitim seviyesinin yükselmesi mutluluğu azaltır mı, cahil mi daha mutluydu yoksa her şeyi bildiğini sanan biz eğitimli insanlar mı?
Niçin huzursuzuz, bir türlü mutlu olmayı beceremiyoruz?
Niçin kendimizle ve çevremizle savaş halindeyiz?
Niçin kalbimiz, o ulvi huzur lezzetini tatmakta zorlanıyor?
Niçin mutluluğumuz medcezirli, ömrü kısa inişli çıkışlı?
Gerçek manada saygı, sevgi ve yetinmenin köreldiği bir yerde huzur olabilir mi?
Huzur güneşini önce cebimizde kaybettik.
Kazandığımız paraların bereketi yok. Haram mı helal mi diye düşünmeye bile zamanımız yok. Yeter ki gelsin, nasıl gelirse gelsin sakat düşüncesi huzuru alıp götürüyor.
Neden mi?
İhtiyaçlar arttı, aylık gelen miktarlar ise ihtiyaçlarımıza yetişmiyor. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, gözümüzün gördüğünü almazsak rahat edemiyoruz.
Reklamların cazibesi, onda var ben de yoklar, benim ondan neyim eksikler ihtiyaç olmayanı bile zaruri ihtiyaç gibi görmemize neden oluyor.
Kimimizde gerçekten yok, kimimiz de ise var yok.
Açgözlülüğümüzün bir sınırı yok, kara toprak içine dolmayınca.
Kazandığımız maddi imkânlarla iletişimimiz yerinde olmayınca huzursuzluk yakamızı bırakmıyor.
Elinde imkânı olmayan imkân istiyor, imkânı yerinde olan daha çok istiyor. Dur noktamız yok, şükrümüz az.
Elimize geçen miktarları yönetmede zorlanıyoruz, gider ve hırs fazla. Dibi delik bir kova.
Vermemiz gereken yere veremiyoruz; bir anda elimizdekiler istemediğimiz, hesapta olmayan başka bir yere akıp gidiyor.
Yani demek istediğim o ki cebimizden avlanıyor, cebimizden kaybediyor, cebimizden kaydırılıyoruz. Önce huzur çekip gidiyor daha sonra tüm kazanımlar.
Her şeyin sahibi olan Rabbimiz, cebimizin de sahibi iken bir türlü cebimize karışmasını istemiyoruz. Aslında yaratıcı bizi sınırlamışken biz yaratıcıyı sınırlıyoruz. Şu alana karışmalısın bu alana karışmamalısın gibi. Faiz yiyelim, haram yiyelim domuz eti yemeyelim gibi. Çok zekiyiz ya yaratıcıya akıl öğretiyoruz; dinin içini boşaltıyor, kendimizi dine değil, dini yarım aklımızla kendimize, içinde bulunduğumuz asra uydurmaya çalışıyoruz.
Huzur İslam’da yazar çoğu yerde.
Kesinlikle doğru; ama hangi İslam’da. Dilimizde olan ama yaşantımızda olmayan her yere karışmasını istemediğimiz bir din anlayışı bize ve dünyaya huzur getirebilir mi?
Huzur güneşini sonra özümüzde kaybettik.
Üniversitede bir hocamız şöyle demişti:
“Zihninizi ve özünüzü güzelleştirmezseniz nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin huzur ve mutluluğu yakalayamazsınız.” Zaman geçtikçe iyice anladım ki, zihni ve özü yeterince temizlenmemiş bir birey ne kendisine ne de çevresine huzur üfleyemez.
Bir insanın dili, gözü, kulağı, aklı, kalbi nefsin ve dünyalık bitmez tükenmez hırslarının, şahsi çıkarlarının emrinde olursa o insan, yavaş yavaş kendi vücut evinin direklerini yıkar.
Zihin, vahiy ile yıkanmazsa yolunu bulamaz.
Zihin, yaratıcısının emrinde olmazsa hakikatten kopar.
Zihin, değerli kitaplarla beslenmezse gezip görmezse kaliteli insanlarla takılmazsa paslanır.
Kalbimiz, manevi hastalıklardan sayılan kin, nefret, inat, intikam, cimrilik, haset, gösteriş, aşırı dünya sevgisi ile dolup taşarken darlıktan kurtulamamışken iç ve dış dünyamızda huzur aramak iç Anadolu’da fındık ve muz yetiştirme gayreti taşımak gibi bir şey.
Zihnimiz, kalbimiz, bütün organlarımız Rabbimizin emrinde olduğu sürece huzur bize çok yakın, yoksa çok uzak. Özümüzde Rabbimizin sevgisi her şeyden daha fazla ise Rabbimiz, sadece kendi katında olan huzuru niye bize vermesin ki?
Dizi, yat kat kasa masa nisa, şöhret, tarla, arsa, bahçe, koyun kuzu vb. sevgilerle sarhoş olan bir özde, huzur uzun süre kalabilir mi?
Huzur güneşini en sonda evimizde kaybettik.
Evlerimize şöyle bir göz atalım.
Evlerimiz ne yazık ki, Batı kültürünün işgali altında.
Düşünme sistemimiz aynı bir batılı gibi.
İslami düşünme sisteminden çok uzaklaştı.
İslami giyiniyoruz; ama İslami düşünmüyoruz.
Hemen hemen yüz evin doksanında dev ekran TV var ve bu dev ekranları ne yazık ki, bilinçli kullanmıyoruz. Zamanımızı alıyor, aklımızı sarhoş ediyor, kalbimizi bozuyor, özentimizi, beklentimizi arttırıyor; şükür ve yetinme duygumuzu azaltıyor.
Ellerimizde akıllı telefonlar ve sosyal paylaşım siteleri evlerimizdeki huzuru alıp götürüyor.
Akşama kadar ortalama beş saat ve üzeri sosyal medyada gezinen bir birey, iki şeyi kaybediyor:
Ahlak ve şükür duygusu.
Sosyal medyada, dizilerde daha iyilerini gören bir birey, kendi yaşamını sorgulamaya başlıyor. Benim onlardan neyim eksiklerle başlayan sorgulama ve bozulma bireyi huzursuz ediyor, çıkmaz sokaklara götürüyor.
Toplumun en önemli temel taşı olan aile kurumunu ne yazık ki, dev ekranlarla dizilerle sabah programlarıyla sosyal paylaşım ağlarıyla bozdular.
Büyük bir nimet olan teknolojik kazanımları, Allah’ın istediği şekilde toplumun büyük bir çoğunluğuna huzur verecek şekilde kullanamazsak elimizde aile diye bir şey kalmayacak.
Çok geçmeden ah vahlar yeri göğü inletmeden mahkeme salonları dolup taşmadan.
Evlerimiz ne yazık ki, Müslüman aile yapısına sahip gibi görünse de içten içe bozuluyor.
Bir saat beş vakit namaza ayırıyoruz, beş saat ekranlara. Namazdaki kazanımlarımız ekran karşısında eriyor.
Haftada bir ayda bir kutsal kitabımızı elimize alıyoruz, akıllı telefonlar elimizden düşmüyor.
Kısaca cebimizi, özümüzü, evlerimizi bizi bizden daha iyi bilen güneşin, gece gündüzün yağan yağmur tanelerinin sahibinin istediği bir kıvama getirmezsek iç ve dış dünyamız huzura hasret kalmaya devam edecektir.
ALİ ALTAYLI