Öncelikle sorulan birkaç soruya cevap verdikten sonra asıl konuma geçmek istiyorum. Bu sorular hep insanlar tarafından biz yazarlara sorulmuştur.
Kimin için yazıyorsun?
Yazmaktaki amacın ne?
Kimin davulunu çalıyorsun?
Elhamdülillah şu ana kadar yazılarımda hiçbir yerden ücret almadım-almayı da Rabbim nasip etmesin-kimsenin davulunu çalmadım, sadece gördüklerimi, hissettiklerimi, ezeli doğrulardan iz taşıyanları yazılarımda dillendirmeye çalıştım.
Bir arkadaşım ve yakınlarımdan birkaçı sen yazılarına, emeğine karşılık herhangi bir ücret almadığın ve bir çıkarın olmadığı halde kıymetli zamanını niçin bilgisayar başında geçiriyorsun, demişlerdi. Ben de şöyle cevap vermiştim:
Beş sebepten dolayı yazıyorum.
Birincisi, öğrendiklerimin ve tecrübelerimin benden daha uzun yaşamasını istemiş olmam.
Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey: Eseri;
Bir eşek göçtü mü, ondan da nihâyet: Semeri.
İkincisi, “İnsanlara faydası olmayanı ölülerden say gitsin.” diyor Hz. Ali. Kendimce, kararımca, birikimim ölçüsünce yaşadığım şehir olan Karaman’a, ülkeme, insanlığa faydalı olmak.
Üçüncüsü, bardak dolarsa taşar, yazarlarında genelin de böyle bir durum söz konusudur. Maddi kaygılar ve beklenti ile gerçek bir sanat eseri ortaya çıkmayabilir. Para içine girdiği çoğu şeyi bozuyor, Hak ve hakikati özgürce dillendiren acemi bir talebe olmak en büyük ücret.
Dördüncüsü, yazmak daha az konuşmamı sağlıyor ve benim stresimi alıyor, kendimi bir kuş gibi hafif hissetmemi sağlıyor. Gözlemlerimi aktarmış olmanın, bir kişi de okusa ve o günkü yazıdan hayatına dair bir şey alsa, katsa kendimi o gün bahtiyar saymam.
Beşincisi, yazarken öğreniyorum, araştırma yapma imkânım doğuyor. Yeniden kendimi inşa ve imar etme şansım doğuyor. Yazmak beni tembellikten kurtarıyor ve ajandalarıma daha önce not ettiklerim tohum olup filizleniyor. Duran birçok şey kokar, çürür, kaybolur. Kaybolmayı ve çürümeyi önlemenin en kestirme yolu yaymak, dağıtmak ve insanların yararına sunmaktır. Eğer okuyor, düşünüyor, gözlemliyor ve Hakkı da seviyorsan, az çok biliyorsan, dertliysen yüzde yüz dağıtman gerekiyor bildiklerini.
Asıl konumuza dönelim.
İsrail azdıkça azıyor, şımardıkça şımarıyor. Destekçilerinin ise yanardöner açıklamaları bizi ümitsizliğe düşürebiliyor. Ekranlara yansıyanlar yüreklerimizi burkuyor, insanlığımızdan utanıyoruz. Bazen gözlerimiz doluyor, bazen bize ne oldu diyerek iç geçiriyor, bazen çaresiz bir şekilde duaya ve bedduaya yöneliyoruz.
Beton yığınları arasında ölen çocuklar, kadınlar, yaşlılar, gençler bizi derin tefekküre yönlendiriyor ve zalimlere karşı kin, öfke ve düşmanlığımızı güncelliyor. Yerinden yurdundan edilen, soykırıma maruz kalan bir yığın inanmış ruh, bir süredir uyuyan biz Müslümanlara ve genelde merhametini kaybetmeyen dünya insanına ne söyler?
Hepimiz biliyoruz ki;
Zulüm ile âbât olanın akıbeti berbat, oluyor.
Yine biliyoruz ki;
Küfür devam ediyor, ama zulüm devam etmiyor.
Yine biliyoruz ki;
Zalimlerin acı sonu çok yakın ve son durakları cehennem.
Ve yine biliyoruz ki;
Zalimin sonu gelince zulmü artar! Daha da azgınlaşır, diyor Hz. Ali.
Ve yine biliyoruz ki;
Tarih zalimleri, zalim olarak anar ve bu leke onlara yeter.
Ve yine biliyoruz ki;
Rabbimiz kutsal kitabında zalimleri en feci şekilde uyarıyor.
Bakara 258. Ayet:
“Allah’ın kendisine verdiği mülk ve saltanatla şımarıp İbrâhim ile Rabbi hakkında tartışmaya girişeni görmedin mi? İbrâhim: “Benim Rabbim dirilten ve öldürendir” dediği zaman o: “Ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrâhim: “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir bakalım” deyince o kâfir ne diyeceğini bilemez halde donup kaldı. Allah, böylesi zâlimler gürûhuna doğru yolu göstermez.”
Nisâ 168-169. Ayet:
“Evet, o inkâr edenleri ve zulmedenleri Allah ne bağışlayacak, ne de onlara bir kurtuluş yolu gösterecektir. Allah onlara ancak içinde ebedî olarak kalacakları cehennem yolunu gösterecektir. Bunu yapmak Allah için pek kolaydır.”
Zümer 47. Ayet:
Yeryüzünde ne varsa hepsi, hatta bir o kadarı daha zulmedenlerin olsa, kıyâmet günü o korkunç azaptan kendilerini kurtarmak için hiç şüphesiz bunların hepsini fedâ ederlerdi. Çünkü o gün daha önce hiç hesaba katmadıkları kötü şeyler Allah tarafından karşılarına çıkarılacaktır.
Mehmet Akif Ersoy duyarlı, yanık ve basiretli duruşuyla adeta bir süredir uyuyan, duyarsızlaşan bizlere seslenir. Özellikle uyan şiirini tekrar tekrar okumak ve iyice anlamak gerekir:
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin,
Salgındı, bugün Şark‘ı yıkan, tefrika derdi.
*
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
*
Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakk-ı hayâtın senin ey Müslüman!
Kurtar o bîçâreyi Allâh için,
Artık ölüm uykularından uyan!
*
Bunca zamandır uyudun, kanmadın;
Çekmediğin kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştanbaşa,
Sen yine bir kerre kımıldanmadın!
*
Ninni değil dinlediğin velvele…
Kükreyerek akmada müstakbele,
Bir ebedî sel ki zamandır adı;
Haydi katıl sen de o coşkun sele.
*
Karşı durulmaz, cereyan sîne-çâk…
Varsa duranlar olur elbet helâk.
Dalgaların anlamadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimâk?
*
Dehşet-i mâzîyi getir yâdına;
Kimse yetişmez yarın imdâdına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evlâdına?
*
«Ben onu dünyâya getirdim…» diye,
Kalkışacaksın demek öldürmeye!
Sevk ediyormuş meğer insanları,
Hakk-ı übüvvet de bu cânîliğe!
*
Doğru mudur ye’s ile olmak tebâh?
Yok, mu gelip gayrete bir intibâh?
Beklediğin subh-i Kıyâmet midir?
Gün batıyor, sen arıyorsun sabâh!
*
Gözleri mâzîye bakan milletin,
Ömrü temâdîsi olur nekbetin.
Karşına müstakbeli dikmiş Hudâ,
Görmeye, lâkin daha yok niyyetin!
*
Ey koca Şark, ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum, Garb’ın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mel’anet.
*
Hakk-ı hayâtın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sâhibi,
Bir kişidir: «Hakkımı vermem! » diyen.
ALİ ALTAYLI