Oturduğum eve yakın parkın yanından geçerken on üç, on dört yaşlarını gösteren iki çocuk gördüm avucunun içinde sigara saklayan. Çocuklar, sigara için erken değil mi dedim? Abi bırakırız, dediler. Çocuklar mı sigarayı bırakır yoksa sigara mı çocukların vücut ağacını zamansız çürütür bilinmez ama. Bildiğimiz tek şey var; o da alışkanlıkların anahtarı olmayan bir kelepçe olduğu gerçeği. Madem bir şeylere alışacağız hayat yolunda yürürken. O da niçin bizi maneviyatımıza, hayata bağlayan sağlığımıza, ruhumuza, sevdiklerimize, mahallemize, ülkemize iyi gelen alışkanlıklar olmasın.
*
Eline kumandayı aldı, takip ettiği diziyi açtı ve acaba kavuştular mı diye meraktan çatladı yaşlı kadın. Ölüme ihtiyarlar daha yakın, bir ayağı çukurda derler. Keşke cennete, ru’yet-i cemâlullâha kavuşacak mıyım, diyerek gözünü haram görsellerden çevirip helal olanla meşgul olsaydı ne kaybederdi? O’nu bulan neyi kaybeder, O’nu kaybeden neyi kazanır, demezler mi?
*
Vahiy ile ilk kez tanışan sahabe nesli, Kur’an ayetlerini hayatına hayat kılmak, yaşamak, eski adetlerini bırakmak için okuyorlardı. Geçen sürede ne değişti? Ne mi değişti, aslında çok şey değişti. Öncelikle biz değiştik, ayetler aynı ayetler ama bizim kutsal kitabımıza bakışımız farklılaştı. Peki, daha çok niçin okuyoruz, Rabbimizin ilahi kelamı olan Kur’an-ı Kerim’i? Ölen yakınlarımıza bağışlamak, belalardan korunmak, satışlarımızın artması, işlerimizin rast gelmesi, bilimsel inceleme, tez çalışması, huzur bulmak, güvende hissetmek, dünyada cennet gibi bir hayat yaşamak vb.
*
TRT’nin “Büyük Mücadele” başlıklı belgeselinde dün akşam izlemiştim. Siyah renkli, uzun boylu bir mücadele adamı, aile reisi gözüme çarptı. Tek göz ev derme çatmaydı. Şiddetli bir rüzgarda yıkılıverecek görünümündeydi. Bir odada beş çocuk, bir de eşi ile yaşıyordu. Çöplük alandan bakır, plastik toplayıp onu satıyor, ailesinin geçimini sağlıyordu. Tek çeşit yemek yiyorlardı. Sonra düşündüm, o adam da Allah’ın bir kulu, biz de Allah’ın bir kuluyuz. Evlerimizin odası birden çok, işimiz onunki kadar zor değil, yemek çeşitleri çok, binalar demir ve betondan, imkanlarımız geniş. Peki, o adamla bizim aramızdaki fark ne? O adam bizden daha çok şükrediyor, dua ediyor, mücadele ediyor. Biz ise daha çok şikâyet ediyor, konfor morfiniyle uyuşuyor, nimet azgınlığıyla ayağımızı kaydırıyor ve kendi aklımıza çok güveniyor; egomuzu, kibrimizi şişiriyoruz.
*
İnsan, insan olarak yaratıldığı için saygıdeğerdir. Konumu, statüsü, ırkı, rengi, fark etmez. Hayvan, bitki değil de insan olduğu için şereflidir. Yaratıcı insana, insan olduğu için değer vermiş; biz ise insanların sahip olduğu imkana, güce, statüye, zenginliğe, bize sağlayacağı menfaate, rengine ve ırkına bakarak değer verebiliyoruz. Ne büyük bir yanılgı!
*
Bir insanın alışkanlıklarının en üstünü en kârlısı en doğrusu en mükemmeli hiç şüphesiz kitap okuma alışkanlığıdır. Genç Adam! Yeter ki, oku; yeter ki, araştır, yolda ol! Her gün zihninde oluşan dünya genişleyecek, berraklaşacaktır. Okuma eylemi seni dünyalık zevklerden, boş işlerden, hedefsizlikten alıkoyacak şahısları gözünde olduğundan fazla büyütmeni engelleyecek huzur, mutluluk ve değeri yanlış adreste aramanın önüne geçecektir. Oku, ama her gün az, ama devamlı.
*
Belirli süre, uzun yıllar ilim tahsil ettikten sonra ya o ilmi yavaş yavaş kendinden uzaklaştırırsın; vebalini, günahını yüklenirsin veyahut elde ettiğin ilmi yaşamadığın için dünya hayatı seni yavaş yavaş zehirler ya da o ilmi insanlığa, sonsuzluğa, cennete taşırsın. Tercih senin. Şu beş “y” kuralı ile elde ettiğin ilmi sonsuzluğa taşıyabilirsin.
Yaşamak
Yetiştirmek
Yaymak
Yazmak
Yayımlamak
*
İnsan vücudunu ikiye ayırabiliriz. Kalbimizin yukarısı ve aşağısı olarak. Kalp ve yukarısına hizmet edenler, her daim onu besleyip güzelleştirmeye çalışanlar, meleklerden daha yüce bir konuma gelirken kalbin aşağısına hizmet edenler midesini, zevk ve arzularını her daim taşkın ve azgın bir şekilde besleyenler, tefekkür yetisini kaybedenler, hayvanlardan daha aşağı bir konuma düşebiliyorlar.
*
Hak ve hakikat, Rabbimizin helal ve haramları, gökyüzündeki bulutlar ve güneş gibi açık ve net. Yeryüzündeki toprak, ağaç ve bitkiler gibi görünür durumda. İsteyen yerin göğün, zamanın mekanın Rabbine doğru bir yol alıyor, istemeyen ise nefsine, inadına, mimsiz medeniyete, modaya, ekranların yanıltıcı dünyasına.
*
Ya bir kitaba, Resule uyacağız, hayatımızın içine katacağız; zihnimiz, özümüz, yuvalarımız, dünya ve ahiretimiz güzelleşecek ya da binlercesini hayatımızın içine alıp dünya ve ukba kaybedeceğiz.
*
Ne yazık ki, dilimizin ucunda yaşıyoruz. Herkes her şeyi biliyor, herkesin her bir konuda söyleyecek bir sözü var ve hemen hemen hepimiz çok konuşuyoruz. Ama konuştuklarımızı kendi özümüzde, zihnimizde, evimizde, işimizde, tek başına iken ne kadarını yaşıyoruz. Konuşmak ucuz; yaşamak ise emek, mücadele, derin bir ilim, kuvvetli bir iman istiyor, yani çok pahalı. İnsanların sözlerine değil; yüzlerine, gözlerine hal ve hareketlerine, geçmişine bakın. Konuşan çok, güven veren çok az. Sözü ile işi, yaşantısı uyuşmayan hiç de az değil. Ben, sen, o; bizler.
*
Uzun süren stres, huzursuzluk, belirsizlik, kargaşa, çatışma insanın kimyasını bozuyor; kalbine zarar veriyor. Zaman ve mekân birden kayboluyor. İnsan zihninde oluşturduğu başka bir dünyada sorunlarıyla sorunlu insanlarla düşe kalka yürümek, yaşamak zorunda kalıyor. Kendimize yapabileceğimiz en büyük iyilik geçmişimizle barışmak, affedici olmak ve yaşam enerjimizi bir sünger gibi emen insanlardan bir an önce uzaklaşmak.
*
Bazen, insan insanın işini o kadar zorlaştırıyor ki, o insana dünya bütün genişliğine rağmen dar gelmeye, imtihan yükünün ağırlığı da dayanılmaz hale gelmeye başlıyor. Peki, bir insan başkasına vermiş olduğu zararı ne zaman anlar, kafasına dank eder? Aynı zulme kendisi dûçar olduğu zaman.
*
Hayvanî yaşayışı yani canım nasıl istiyorsa öyle yaşarım, kimse bana karışamaz, takmam kimseyi, ilahi ya da beşeri fark etmez demek; nefsimin, modanın, keyfimin istediği gibi yaşarım demek, özgürlük değil; cahillik, taşkınlık, şaşkınlık ve ahmaklıktır.
*
Elimdeki etli, yağlı kemikleri üç beş köpeğe gösterdikten sonra huzurum kalmadı diyor, bir düşünür. Dünyada sadece etli ve yağlı kemiğe hizmet edenler, yemek için yaşayanlar ve elindekileri gösterme merakına düşenler, ekranlardan emzirilenler, sadece dünyada kazandığı malla övünenler, kendisini asla vazgeçilmez zannedenler dünyada huzur ve dinginlik bulamaz. Toprağa atılan bir çekirdek gibi filizlenip gelişip büyüyüp dal budak salmak, kısa ömrü sonsuzluğa taşımak istiyorsak; iman, edep, ilim, amel, ihlas, temiz çevre cevheri ile buluşarak, fani sevgililerden yüz çevirip sevgi ve muhabbetimizi asıl sahibine yani Rabbimize vermemiz şarttır.
*
Yüzde doksan dokuz yerin üstünü, yüzde bir yerin altını düşünüyoruz. Yerin altı kesin, yerin üstünde uzun süre kalmak ihtimal bile değil iken bu yanılgı, kin, nefret, intikam, hırs, kıskançlık, ekran karşısında ve çeşitli eğlence, oyalanma mekanlarında ömür çürütme, günahlarda ısrar etme ne diye?
ALİ ALTAYLI