Hemen hemen herkes haklı olarak zamanın çok hızlı geçmesinden hayıflanıyor. Ne zaman sabah oluyor ne zaman akşam, ne zaman pazar olmuş, ne zaman aylar yer değiştirmiş anlayamıyoruz, diyorlar.
Zaman çok hızlı geçiyor onu tutmak, yakalamak, depolamak, ona dokunabilmek ne mümkün. Zamanın kıymetini bilmeyen emeğin, nimetin ve insanın kıymetini nereden bilsin. Zamanı çarçur etmek, zamanın cebine bir şeyler koymadan geçmesine izin vermek, sonsuzluğu yudumlamak istemeyenlerin, yaşama gayesini unutanların işi olsa gerek. İnsan bir yerden bir yere akıyor bulutlar gibi. Şimşek gibi çakıyor zaman; bir rüya, bir yelin esip geçmesi gibi hızlı geçiyor insan ömrü. Hızlı dönen zaman çarklarının arasından geçen insan, her geçen gün ömür sermayesini yiyip tüketiyor.
Zamanın değerini bilebilmek, onu hakkıyla değerlendirebilmek, zaman kavramı üzerinde kafa yorabilmek, zaman yönetimini becerebilmek ise bir insanın kendisine, sevdiklerine, ülkesinin insanlarına yapabileceği en büyük iyilikti; çünkü geçen zaman asla tekrar bizim olamayacaktı.
En kıymetli zamanlarını en kıymetsiz şeylerde harcayan evin hanımı, arta kalan zamanda yapıyordu işlerini ve yetiştiremiyordu.
En kıymetli zamanlarını en kıymetsiz şeylerde harcayan genç kız, arta kalan zamanda yapıyordu işlerini ve yetiştiremiyordu.
En kıymetli zamanlarını en kıymetsiz şeylerde harcayan delikanlı, arta kalan zamanda yapıyordu işlerini ve yetiştiremiyordu.
En kıymetli zamanlarını en kıymetsiz şeylerde harcayan yaşlı adam, arta kalan zamanda yapıyordu işlerini ve yetiştiremiyordu.
Ortalama sekiz saat uyuyan bu kişiler, en kıymetli zamanlarının en az sekiz saatini boş işlere harcıyorlardı ve kalan sekiz saatin en az üç saatinden yine çalıyorlar, kalan beş saatte de işlerini bir türlü yetiştiremiyorlardı. Çünkü zaman yönetimlerini bir türlü başaramamışlardı, vaktin nakit olduğunu, vaktin hayat olduğunu, vaktin ibadet olduğunu, vaktin ekmek, su, hava gibi çok çok kıymetli olduğunu bir türlü anlayamamışlardı.
Büyük işler başarmak, asıl sorumlulukları yerine getirmek için arta kalan süreyi ne kadar da azaltmışlardı. İngilizlerin tabiri ile “zaman katilleri” olan bu kişiler, bedava olarak büyük bir amaç için verilen ömrü boşa harcamışlardı.
Hem arta kalan süre deyince ne anlıyorduk?
Bu zaman hırsızı, katili kişiler arta kalan sürenin anlam içeriğini de kendilerince değiştirmişler; yirmi dört saatin çoğunu faydasız işlere, çok azını faydalı işlere ayırabilmişlerdi.
Kimileri uykudan kalan sürenin çoğunu sabah programları ile geçiriyor.
Kimileri uykudan kalan sürenin çoğunu dizi takibi ile geçiriyor.
Kimileri uykudan kalan sürenin çoğunu haber takibi ile geçiriyor.
Kimileri uykudan kalan sürenin çoğunu akıllı telefonların başında geçiriyorlar.
Kimileri uykudan kalan sürenin çoğunu sosyal paylaşım ağlarında geçiriyorlar.
Kimileri uykudan kalan sürenin çoğunu kahvehane köşelerinde geçiriyorlar.
Kimileri uykudan kalan sürenin çoğunu uzun süren telefon konuşmalarında, dedikodu seanslarında ve kafelerde geçiriyorlardı.
İranlı ünlü şair Füruğ Ferruhzad der ki;
Suyun yaradılışına hayranım.
Eğer ağaca eşlik ederse, onu tomurcuklandırır.
Eğer ateşle temas ederse, onu söndürür.
Eğer kirlilikler ile karşılaşırsa, onu temizler.
Eğer un ile kucaklaşırsa, onu pişirime hazır hale getirir.
Eğer güneşle birleşirse, gökkuşağı oluşur.
Ancak yalnız kalırsa eğer, gitgide kokuşur.
Şairin dediği gibi suyun yaratılışına kim hayran değil ki, suyun olmadığı bir hayat düşünülebilir mi ki?
Su ile çok yakın bir ilişkisi olan biz insanoğlu, boş işlerin peşinden koşmayı bırakarak su gibi özgün, faydalı ve hareket halinde olursa değerine değer katıyor.
İnsan su gibi değerli, vazgeçilmez olursa insandır, azizim! Yaratıcı çok kıymetli gördüğü için canlılar içinde insanı muhatap almıyor mu? Kendi ruhundan insanoğluna üflemiyor mu?
Ancak yalnız kalırsa eğer, gitgide kokuşur, diyor İran şairi su için.
İnsan da öyle değil mi?
Sadece kendisi hazları ve çıkarı için yaşar, asosyal olur, hareketi ve faydalı olmayı bırakırsa kokuşmaz mı, insanlığından çok şey kaybetmez mi? Ömrünün hemen hemen yarısını zaman israfı yapan birine insan denilebilir mi? Konfor ve rahatlık düşkünlüğü zaman değirmeninde yavaş yavaş bizi öğütüyor, bizden geleceğe ne kalacak hiç düşündük mü?
Mehmet Akif Ersoy şiirlerinin birçoğunda su gibi faydalı ve hareket halinde olmayı, geçen zamanın hakkını vermeyi, çalışmadan bir an geri durmamayı anlatır:
Dolaş da yırtıcı aslan kesil, behey miskin!
Niçin yatıp kötürüm tilki olmak istersin?
Elin, kolun tutuyorken çalış, kazanmaya bak
Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak.
*
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
*
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Almanlar ve Japonların en önemli toplantılarını sabahın en erken vaktinde yaptıklarını duymuştum. Zaman yönetiminin en önemli adımı güneş üzerimize doğmadan sabah erken kalkabilmektir. Geç yatıp geç kalkan bir insanın zamanı hakkıyla yönetmesi zordur.
Mehmet Akif Ersoy demişken zaman yönetiminin en önemli adımı olan sabah ezanı vakti işe koyulmak ve onun bereketini anlatan sözüyle bugünkü yazımızı bitirelim.
Mehmet Akif Ersoy’a sormuşlar bu memleket ne zaman düzelir diye.
Şöyle cevap vermiş:
“Cuma namazına gelen cemaat sabah namazına da geldiği zaman.”
ALİ ALTAYLI