Geçen hafta öğlenden sonra işyerine orta boylu, elli yaşlarında gösteren nahif bir beyefendi terlik almak için girdi. Oğlunun istediği terliği bulduk, parasını ödeyip çıkmak üzereyken beni yormadınız teşekkür ederim, dedim. Der demez beyefendi kutsal kitabımız Kuran-ı Kerimden ayet okudu. Abi benim Arapçam yok anlamını verebilir misiniz diye rica ettim, anlamını verdi. Tanıştık, kendisinin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde memur olarak çalıştığını aynı zamanda hafız olduğunu söyledi.
Cafer Aydın Bey, dinimizin bize dünya ve ahiret saadeti vereceğine ancak bizim yaşantımıza aktarmada başarılı olamadığımıza değindi. Aynı ürünün mağazalarda çok farklı fiyatlarla satıldığına esnaflardaki dürüstlük anlayışının istenilen düzeyde olmadığını belirtti. Şükrü unuttuğumuza konfora, lükse, israfa, şikâyete yöneldiğimize biran önce dinimizin emirlerini yaşamada şevkli ve istekli olmamız gerektiğini söyledi. Biraz muhabbet ettikten sonra işyerinden ayrıldı.
Hafız Cafer Aydın Bey’in okuduğu Nahl Sûresi, 112 ve 114 ayetleri şöyle : “ Bir de Allah bir şehri örnek verdi ki emniyet ve asayiş içinde idi, onlara her yerden rızkı bol bol geliyordu; derken şehir halkı Allah’ın nimetlerine nankörlük etti. Allah da onlara yaptıklarından dolayı açlık ve korku elbisesini tattırıverdi. Onun için siz, Allah’ın size verdiği nimetlerden helal ve hoş olarak yeyin de Allah’ın nimetlerine şükredin, eğer O’na ibadet edecek iseniz.”
Gelin bugün bu konu üzerine kafa yoralım.
Hz. Mevlana:
Kula bela gelmez Hak yazmadıkça
Hak bela yazmaz kul azmadıkça
Hak kuldan intikamın kul ile alır
Dini irfan bilmeyen bunu kul etti sanır
Aslında o kadar çok şükür gerektiren nimetlere sahibiz ki yine de biz insanlar hakkıyla verilenleri, elimizdekileri görmede zorluk çekiyoruz. Şükür ve kanaatımız az olduğu için çok çekiyoruz galiba. Değerli bir dostuma nasılsın abi dediğimde hesapsız şükür, derdi çok hoşuma giderdi. Hesapsız şükredeceğimiz nimetler o kadar çok ki birazını yazalım:
Gözümüz bugün de görüyor, kulağımız bugün de duyuyor hesapsız şükür
Kolumuz ve ayaklarımız doğuştan yerinde hesapsız şükür
Hastanede, cezaevinde değiliz hesapsız şükür
Borçlular kapımıza dayanmamış hesapsız şükür
Ülkemde savaş yok, özgür bir şekilde yaşıyorum hesapsız şükür
Ukrayna, Afganlı ve Suriyeliler gibi zor durumda da değiliz hesapsız şükür
Sorunlarımızdan daha büyük bir Yaratıcımız var hesapsız şükür
Buzdolabında bugün de kahvaltılıklarımız var hesapsız şükür
Müslüman bir memlekette gözümüzü açtık hesapsız şükür
Az çok işim var, çoluk çocuğumun rızkını kazandığım hesapsız şükür
Mahkeme kapılarında ömrümüz geçmiyor hesapsız şükür
Biz insanlar gerçekten anlaşılması zor varlıklarız olmasa yok deriz, olsa daha çok niye değil deriz, daha çok olsa şımarır nankörlükte ve zalimlikte sınır tanımayız. Şikâyet gerektiren haller % 1 hesapsız şükür gerektiren haller % 99 olduğu halde % 1’e takılır hayatımızı çekilmez kılarız. Beynimizin kimyası bozulur, kalbimiz sıkışır, manevi hastalıklara müptela olur, geçmişin pişmanlıkları ve gelecek endişesiyle o günden zevk alamaz hale geliriz. Yüzümüzü soğuk ve gergin, gözümüzü fersiz eyleriz. Hesapsız şükür, daima şükür, her halimize şükür diyebilmek bize tarifsiz huzur, aşkın gönül, dinginlik ve özgürlük sunar. Hesapsız şükür dersek, Yaratıcımız bizden memnun olur, yaratılmış emin olur. Bu sihirli kelime bizi Psikiyatri doktorlarının kapısında beklemekten alıkoyar.
Bugünkü yazımızı Hz. Mevlana’nın çerçeveletip duvara asmamız gereken şu güzel sözüyle bitirelim:
“Kötüyüm, iyi değilim demek ne haddimize, şükürler olsun her halimize.”
Ali ALTAYLI