Allah’ı hesaba katmadan yaşamak istiyoruz çoğu zaman. Canımızın istediği gibi işimize geldiği gibi yaşamak. Şahsi ve toplumsal olarak büyük imtihanlardan geçmedikçe de çoğu zaman Rabbimizi işlerimize karıştırmak istemiyoruz. Rabbimizin bizim üzerimizdeki nimetlerini çok çabuk unutuyor, nefsimizin aşkın isteklerine karşı koymada zorlanıyoruz.
Evimizdeki çok büyük ekranlar, şükürsüzlük ve sınırsız özgür yaşama isteği, elimizdeki akıllı telefonlar, dünyevileşme, ölümü ve hesabı unutmak, sevgi ve muhabbetimizin yanlış adreslere kayması, sadece kendimiz için yaşamak Kutsal Kitap’ımızla bağımızı azaltıyor.
Elimize en son ne zaman Kutsal Kitap’ımız “Kur’ân-ı Kerim’i” aldık çoğu zaman hatırlamıyoruz bile. Ayetler üzerinde tefekkür ederek geçirdiğimiz günler, belirli aylara ve belirli günlere sıkışmış durumda.
Hayat kitabımız ve sonsuz güneşimiz olan Yüce Kitap’ımızı, ne zaman önceledik; Rabbimizi hesaba katarak yaşadık o zaman yüceldik. Ne zaman erteledik, o zaman sersemledik; şikâyetimiz ve huzursuzluğumuz arttı, ikili ilişkilerimiz sağlıksız hale geldi. Birbirimize olan sevgi ve güvenimiz azaldı. Bizi dinleyen ve yüzümüze bakana güven veremez olduk.
Madem, “Bütün kitaplar bir kitabı anlamak için okunur.” O, hayat kitabıyla iletişim ve ilişkimiz ne zaman istenilen düzeyde olacak?
Mehmet Akif Ersoy “Kur’ân’a Hitap” şiirinde ne güzel ifade etmiş:
İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de;
Bir ibret aranmaz mı ayetlerde?
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne teze mezara okunmak, ne fal bakmak için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tezhip, ne sülüs, ne hat yazmak için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne erkeği yüceltmek, ne kadını aşağılamak için
Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor görmek için
Tanınmış iş adamı, yaptığı yatırımların güzel sonuçlarını alıyordu. Servetine servet ekliyor, kendini ve aklını çok beğeniyordu.
İstediği üniversiteye çok iyi bir bölüme bu yıl kayıt yaptıran genç kız, çok iyi çalıştığını ve anne babasının kendisine çok iyi imkânlar sağladığını söyledi.
Bu yıl çok iyi bir ürüne kavuşan çiftçi, attığı birinci sınıf gübreyi ve zamanında ekinlere su vermesinin rolünü çok önemsedi.
Aldığı elli koyunu kısa bir süre içerisinde bin koyuna çıkartan köyün muhtarı kahvede bu işin kendine bakan yönünü ayrıntılarıyla anlattı.
Tanınmış emlakçı elindeki evlerin kapış kapış gitmesinin geniş çevresine ve talebin fazlalığına bağladı.
Girdiği davaların çoğunu kazanan tanınmış avukat, kendisini çok iyi yetiştirdiğini söyledi ve kıvrak zekâsının rolüne değindi.
Dünya hırsıyla sarhoş olmuş yaşlı adam, bahçesine ne zaman gitse gururlanıyor; kendini alkışlıyor, diktiği ağaçların her yıl istenilen ürünü vermesi onu şımartıyordu.
Geçen yaz görüştüğü sınıf arkadaşını küçük gördü, her noktada kendisinden daha kötü durumda olduğunu düşündü. Akıllılığını, çalışma ve emeğini kutsadı.
Neml Suresi 38-39-40 ayetleri üzerinde düşünmeye ne dersiniz? Elde ettiğimiz imkânlar bizi azgınlığa mı götürmeli, yoksa arkasındaki Yaratıcımızı görüp şükre mi sevk etmeli?
“Süleyman kendi adamlarına: ‘ Ey Ulular! Onlar teslim olup gelmeden önce o kadının (Melike’nin) tahtını bana kim getirir? ’ diye sordu.
Cinden bir ifrit: ‘ Ben onu sana, sen makamından kalkmadan getiririm. Gerçekten benim bunu yapmaya gücüm ve güvenim var! ’ dedi.
Kitaptan ilmi olan birisi ise: ‘ Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm.’ dedi. Derken Süleyman o Melike’nin tahtını yanında duruyor görüverince şöyle dedi: ‘ Bu Rabbimin fazlındandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan içindir. Kim şükrederse sırf kendi lehine eder kim de nankörlük ederse şüphesiz Rabbim zengindir, cömerttir .’dedi.”
Kehf Suresi 32’ den 44’ e kadar olan ayetler mal varlığıyla şımaran, kibir abidesi olan bizlere ne söyler?
“Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Biz bunlardan birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz, her ikisinin etrafını hurmalarla donatmışız, aralarında da bir ekinlik yapmışız.
İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız.
İki bağın sahibinin ayrıca başka geliri vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşıyla münakaşa ederken: ‘Ben malca senden daha zengin ve insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve üstünüm!’ dedi.
Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: ‘Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum.’
‘Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum”. dedi.
Bunun üzerine kendisiyle münakaşa eden arkadaşı da ona şöyle dedi: ‘Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da insan şekline koyan Rabbine nankörlük mü ediyorsun?’
Fakat ben iman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam.
Kendi bağına girdiğin zaman: ‘Bu Allah’tandır, benim kuvvetimle değil, Allah’ın kuvveti ile olmuştur, deseydin ya! Her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da.”
Belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın yalçın bir toprak haline gelir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha suyunu çıkarıp bağını sulayamazsın.
Derken serveti yok edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini ovuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı. Ah! ‘Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım!’ diyordu.
Onun Allah’tan başka yardım edecek adamları yoktur ve Allah’a karşı kendi nefsini de kurtaramadı. İşte burada yardım, yalnız hak olan Allah’a aittir. O’nun verdiği mükâfat da daha hayırlıdır, netice de daha hayırlıdır.”
Kalem Suresi 17’ den 34’ e kadar olan ayetler Rabbimizi hesaba katmadığımızda, cimrileştiğimizde başımıza gelebilecek sıkıntılı hallerin bir kısmından bahseder:
“Biz onlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
İstisna da etmiyorlardı (‘inşaallah’ demiyorlardı).
Fakat onlar uyurken dolaşıcı bir belâ onu sardı da, bahçe simsiyah kesiliverdi.
Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler: ‘Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin.’ diye.
Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı: ‘Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın.’ diyorlardı.
(Zanlarınca yoksulları) engellemeye güçleri yeterek erkenden gittiler. Fakat bahçeyi gördüklerinde: ‘Biz herhalde yanlış gelmişiz.’ dediler.
‘Yok, biz mahrum edilmişiz.’ dediler. İçlerinde en makul olanı şöyle dedi: ‘Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?’
‘Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz.’ (dediler).
Ardından suçu birbirlerine yüklemeye başladılar. Yazıklar olsun bize dediler, biz azgınlarmışız.
Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız.
İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. Fakat bilselerdi. Kuşkusuz korunanlar için de, Rableri katında nimetleri bol bahçeler vardır.
ALİ ALTAYLI