Bazen kahvehanelere, cafelere, eğlence mekanlarına gözüm takılır “Nasıl zaman buluyorlar, uzun süre bu mekanlarda nasıl kalabiliyorlar?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Sorduğum kişiler de şöyle diyor: “Zaman öldürüyoruz, zaman bir türlü geçmiyor.” Gerçekten zaman ölür mü yoksa bizi mi öldürür? Günler, haftalar, aylar hızlı bir şekilde geçiyor,
hatta ayların ne zaman yer değiştirdiğini bile anlamakta zorlanıyoruz. Geçen yıllarımız nerde, nasıl geçti, ne zaman çocukluktan gençliğe, gençlikten orta yaşlılığa, orta yaşlılıktan ihtiyarlığa doğru yol aldık kestiremiyoruz.
Madem zaman hızlı geçiyor, saklayamıyoruz, tutamıyoruz, peşinden yetişemiyoruz, depolayamıyoruz, satın alamıyoruz, ne yapmalı, nasıl kullanmalı? Günlük 24 saat, bir ay 30 gün 720 saat, bir yıl 365 gün 8766 saat bedava olarak tüm dünya insanına verilmiş. Zengine fakire torpil geçilmeden eşit olarak verilmiş. Çok az kişi zamanın içini doldurmaya, kendi davaları, hedefleri, amaçları için kullanmakta, zaman kavramını iyi okumakta, çoğu kişi de zaman öldürmekten söz etmekte, zamanın içini doldurmadan, meyvesini toplamadan geçmesine izin vermektedir. Bir elimizde çekirdek, bir elimizde çay, kulağımızda kulaklık, karşımızda televizyon Orhan Veli Kanık’ın dediği gibi:
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
mantığıyla geçirilen günler hem dünyada hem de sonsuzlukta kaybetmemize neden olacaktır. Kendimize soralım gerçekten ben günleri, haftaları, ayları, yılları anlamlı, doyumlu, bilinçli, amaçlı geçiriyor muyum diye?
Ne yazık ki toplum olarak bedava verilen ve ilerde hesabı sorulacak olan zamanı güzel kullanmıyoruz. Zamanın ruhunu kavramış, amaçlı yaşayan,hem kendine ve yakınlarına hem insanlığa söyleyecek sözü olan bir insan asla boş, anlamsız, malayani, yüzeysel işlerle uğraşmaz.
Haftanın 5 günü geceleri televizyonda film takip ediyorsak, gündüzleri instagram, facebook, bilgisayar oyunları ile zaman geçiriyor, telefonda uzun süren konuşmalar yapıyor, kişilerin dedikodusunu yapıyorsak, kaldırım mühendisliğiyle ömrümüz geçiyorsa, evde televizyon, bilgisayar genellikle açıksa gece 23:00′ den sonra yatiyor, 7:00 den sonra kalkıyorsak biz zamanı güzel kullanmıyoruz demektir.
F. Nietzsche:” İçine koyabilecek bir şeyiniz varsa bir günün bin cebi vardır.”der. Demek dostlar, aklı, duyguları ve zamanı iyi yönetmeli. Aklını ve duygularını yerinde kullanamayan, iradesi zayıf, nefsinin menfi istek ve arzularına gem vuramayan, küçük düşünen, frekansı düşük kişilerle takılan, arkadaşlık kuran, kendisini adadığı bir hedefi olmayan insanlar zaman kavramı üzerinde düşünmeyecek, küçük yaşayıp küçük ölecektir.
Kaliteli, şuurlu, hedefli, ahlaklı bir evlat yetiştirmek ister her anne baba. Evde çocuklara şimdiden zaman yönetimini öğretmeli süresiz cep telefonu, internet oyunları, çizgi film karşısında zaman geçirmeleri önlenmeli. Güzel örnek olmalı çocukların yanında elimizde telefon, gözümüzde televizyon uzun süre vakit geçirmemeliyiz. Bana 40 yaşın, geçen yılların öğrettiği bir şey var o da şu: Zamanın içine az da olsa her gün faydalı bir şey koymadan, zihnimizi, özümüzü, çevremizi, niyetimizi, ahlakımızı, cebimizi kaliteleştirmeden, başımıza gelen olayları, durumları güzel okumadan huzurlu, özgür, dingin, engin, aşkın bir hayatımız asla olmayacaktır, isterseniz dünyanın şan şöhret, imkan yönüyle en iyilerinden olalım fark etmez.
Zaman kavramını en güzel anlatan şairlerden biri hiç şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek’tir:
Kim bilir neredesiniz,
Geçen dakikalarım?
Kim bilir neredesiniz?
Yıldızların korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?
Acaba tütsü yaksam,
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam!
Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?
Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.
Gün geldi saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!
Ali ALTAYLI