Bu sabah daha önce tanıştığımız bir genç geldi. Hocam devrin tadı kaçtı, dedi. Niçin devrin tadı kaçtı, dedim?
Nohutlar tek dal, arpalar yandı, derelerde su azalıyor, yaşım otuz beş hâlâ kız bulamıyorum bir türlü uygun nasibim çıkmadı, evlenemedim, dedi.
O genç gittikten sonra düşünmeye başladım, gerçekten devrin tadı mı kaçtı, yani zaman geçtikçe yaşanılan çağ eskiyor, kirleniyor mu? Yoksa bu çağda yaşayan biz insanlar mı şirazeden çıktı?
Devrin tadını kaçıran zamanın, çağların, yılların artık yaşlanması mıydı?
Devrin tadını kaçıran yoksa bizzat biz insanlar mıydık?
Aslında insan düzelirse yaşanılan çağ, devir, zaman düzelir miydi?
Hemen hemen hepimizin bildiği bir baba oğul hikâyesi vardır.
“Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün keyif yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu, ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:
– “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim!” dedi.
– Sonra düşündü:
“Oh be, kurtuldum! En iyi Coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!”
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:
– “Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!” dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
-“Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!”
Bu hikâyeden de anlaşılacağı üzere bu dünyayı yaşanmaz kılan bizlerdik.
Peki, biz insanoğlu olarak ne yaptık da devri yaşanmaz hale getirdik?
Kendimizi tanrılaştırdık, burnumuzdan kıl aldırmaz hale geldik. Narsisliğimiz, enaniyetimiz, kibrimiz arttı, egomuz tavan yaptı, aklımız biricikti, eşsizdi. Yanı başımızdaki komşuya bile selam vermez olduk.
Küçük bir çıkar için hakikat olarak bildiklerimizden vazgeçtik.
Nefsani arzularımıza gem vurmadan çok uzaklaştık, cinselliğin mahremiyetini yok ettik.
Sosyal paylaşım sitelerini gerektiği gibi iyi yönde kullanmada başarılı olamadık.
TV’ de yayınlanan bazı seviyesiz programlarla toplumu bozduk. Bu yazıyı hazırlarken bir tanıdık geldi, hanımı bugün kendisine şöyle söylemiş:“ Eskiden salakmışım, Müge Anlı’yı dinleye dinleye akıllandım, gözüm açıldı.” Gözleri açılan açılana ve olan sadece çocuklara, yaşlılara.
Gösteriş, riya hastalığından bir türlü kurtulamadık. Konu komşu akraba yakın uzak çatlatma derdine düştük ve kendimiz bin bir yerden yavaş yavaş çatladık.
Açık saçıklıktan artık eskisi gibi çekinmez olduk, kendimizi teşhir etme derdine düştük.
Ekmek parası için çalışıyoruz dedik, ama çöp kovasının önüne poşet poşet ekmekleri attık.
Ahlaksızlık, zina, faiz, yalan dolan dalavere arttı, iffet ve dürüstlük azaldı.
İşinin ehli olanlar ve işinin hakkını verenler azaldı.
Dinimizi çok sevdik, ama hayatımıza hayat kılma, yaşantımıza her yönüyle aktarma yönünü bir türlü sevemedik, başaramadık.
Peşin dünya hayatı için Allah (cc) dedik, ahiret cennet cehennemi veresiye gördük. Peşin daima veresiyeden iyidir, prensibinden vazgeçemedik.
Küçük bir meseleden aileler dağıldı, diziler ve sosyal medya aile kurumunu bozdu. Çocukların yarınları çalındı.
Fıtrata müdahale edildi. Kız kız olmasından erkek erkekliğinden memnun olmamaya başladı. Farklı arayışlar, hayvani isteklerin sınırsızlığı aile kurumunu, kaliteli nesil devamlılığını zora soktu.
Dünya hayatına ve kendi menfaatlerine ilah diye tapan zalimler, çocukların, mazlumların kanları üzerinden mutluluk devşirmeye çalıştılar.
Hayvan hakları arttı. Filistin’de ölen çocuklar, açlıkla boğuşan insanlar, özel mamalarla beslenen kedi köpekten daha mı değersizdi?
Rûm Sûresi 41. ayette Rabbimiz bizi uyarmamış mıydı?
İnsanların kendi ellerinin kazandığı (tahribat ve talanlarının yol açmasıyla, doğal ve sosyal yapıyı bozmaları) dolayısıyla, karada ve denizde (nice) fesat (bozulma) ortaya çıktı (çıkacaktır). Umulur ki, (fesatlık ve fırsatçılık yapıp doğayı tahribattan) dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını (felaket ve musibet olarak) kendilerine tattırmaktadır.
Aslında her devirde, insanlar belirli konularda yaşadığı çağdan şikâyet etmişlerdir.
Fuzûlî’ ye soralım.
Vefa her kimseden kim istedim ondan cefa gördüm
Kimi kim bîvefa dünyada gördüm bîvefa gördüm.
(Her kimden vefa istediysem ondan cefa gördüm; kimi gördüysem vefasız dünyada, onun vefasızlığını da gördüm)
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
(Bana gönül ateşimde başka hiç kimse yanmaz; hafif esen sabah rüzgârından başka da kimse kapımı açmaz.)
Hz. Mevlâna’ya soralım:
Doğru olsam, ok gibi yabana atarlar beni
Eğri olsam, yay gibi elde tutarlar beni!
Divan edebiyatı şairlerinden Belâyî’nin yaşadığı devirle ilgili söylediklerine kulak verelim:
Gam geldi safâ gitti zamanın tadı kaçtı
Geç leyli nehârın da her ânın tadı kaçtı
( Stres çoğaldı, huzur ve mutluluğun tadı kaçtı. Gece gündüzün her anın tadı kaçtı.)
*
Dendân-ı edânîye düşüp çiğnenen a’lâ
Zehr oldu dehânında cihânın tadı kaçtı
(Düşmanın dişleri arasına düşüp çiğnenen yüce kişiler, ağızda zehre dönüştü dünyanın tadı kaçtı.)
*
İmkân-ı şifâ olmadığını anla tabîbân
Bîmârın ilâç içtiği nânın tadı kaçtı
(Asıl şifa senden değil bunu anla doktor, ekmeğin ve hastanın ilacının tadı kaçtı.)
*
Mazlum yetemez, zâlime yetmez yeme ondan
Der zâlimi mazlûmu da “nânın tadı kaçtı!”
(Mazluma gelmeyen, zalime -açgözlülüğü yüzünden- yetmeyen ekmeğin tadı kaçtı. Her ikisinin de tadı kaçtı.)
*
Can korkusu şâhın ne gedâyâna ölümden?
Birdir ona, can kaçmasa cânın tadı kaçtı
(Can korkusu padişah için de gariban içinde birdir. Son nefesimizi henüz vermesek de yaşarken canlı olmanın nefes alıp vermenin tadı kaçtı)
*
Almaz “acabâ” ağzına yapmış yuva “kat’â”
Bilmez ama hakkâ ‘ulemânın tadı kaçtı
(Bilinmez ama hakikaten âlimlerin, bilginlerin tadı kaçtı.)
*
Mâzî-yi ‘abes- meşrebe rahmet okutur devr
Söyleme Belâyî ki belânın tadı kaçtı
(Gerçeklikten uzak olan geçmiş, -gelecek olan insan türü geçmişe rahmet okutur- lafı uzatma Belâyî belanın da tadı kaçtı.)
Özetle gökyüzü aynı yeryüzü aynı değişen anlayışlar, bakış açıları, zihniyet, biz insanlar, teknoloji, bilim. Her devirde yanlışlar vardı, kötü insanlar vardı, ağzın tadını kaçıranlar vardı. Bu “helaket ve felaket asrında” önce insan bozuldu, bozulan insanın imanı bozuldu. Din, ayet, hadis tutmuyor, bizi artık. Kendi aklımızı, zaafımızı, tutkumuzu her şeyin önüne geçirdik. Freni bozuk arabalar gibi yol almakta ısrar ediyoruz. Para hırsı, kadın tutkusu, makam hırsı, şan şöhret, benlik, sosyal medya ilahı, diziler, konfor, sen çalış ben yiyeyim, ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse banane, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, bende her şeyin iyisi olsun başka kimsede olmasın gibi sadece bende olsun, kendi gemim sahile çıksın, kim denizde boğulursa boğulsun düşünme tarzı yaşadığımız çağın tadını kaçırdı.
ALİ ALTAYLI