Hemen hemen hepimizin elinde akıllı telefonlar mevcut. Sanki organlarımızdan biri haline gelen akıllı telefonları, biz akıl sahibi bireyler bilinçli, ahlaklı, kişisel ve toplumsal eğitimimize yönelik kullanabiliyor muyuz? Parmak uçlarımızla kaydırmaya doyamadığımız görseller, en önemli kıymetli zamanlarımıza düşük bir fiyat vermiyor mu? Acaba akıllı telefonlarda, çeşitli ekranlarda kaydır, kaydırlarla günlerimiz geçerken yerinden, istikametinden kayan bizim biricik, tek kullanımlık hayatımız değil mi? Kaldırımlarda, misafirlikte, toplantılarda, evde, işyerinde, parkta, piknikte, minibüste, otobüste elimizden düşmeyen akıllı telefonlar bize dünya ve sonsuzluk hayatımız için ne vadediyor?
İnsanın hakiki gelişimi ve kendini bulması içe dönük yaşamla gerçekleştirilir. Ekranlardaki parmak uçlarımızla kaydırdığımız görseller, bizim iç yolculuğumuzun önünde büyük bir engel değil mi? Daha çok dışa dönük bir yaşamın kapılarını açan akıllı telefonlar doyumsuzluğu, huzursuzluğu, hazırcılığı, şikâyeti, tüketime dayalı yaşantıyı, özentiyi, kolaycılığı, konforu, hedonizmi beslemiyor mu?
Bu görseller ve içindeki konuşmalar hedefe ve eğitime yönelikse bize bir şeyler katıyor, ufkumuzu genişletiyor, farkındalığımızı arttırıyorsa inancımızı besliyorsa ne âlâ. Ne yazık toplum olarak teknolojinin kazanımlarını iyi yönde kullanmakta zorlanıyoruz. %30 iyi yönde kullanıyorsak %70 kötü yönde, boş işlerde kullanıyoruz.
Geçen hafta 18 yaşında olan Urfalı Ali ile tanıştık. Alışverişten sonra bir müddet konuşma fırsatımız oldu. Akıllı telefonlar aracılığıyla esnaflarla mağazalarla anlaşıp onların ürünlerini pazarladığını, aynı zamanda inşaatta da çalıştığını söyledi. Özellikle TikTok’un gençler arasında çok yayıldığını ve nefse hâkimiyeti zorlaştırdığını söyledi. Ayrıca TikTok’tan kolay yoldan para kazanmak isteyen kız ve erkeklerin çoğaldığını söyledi. TikTok sayesinde çok beğeni aldıkları için lüks villalarda oturan insanlardan bahsetti. Özellikle kılıktan kılığa giren yetişkinlerin gençlere rezalette taş çıkarttığını söyledi. Çok hızlı bir değişimin olduğunu, özellikle düşünce yapısındaki ve giyim kuşamdaki hızlı değişimin bu gibi sosyal ağlar aracılığıyla yayıldığına değindi.
Adaşım olan delikanlı işyerinden ayrıldıktan sonra hanımın bir zamanlar anlattığı orta yaşlı bir hanımefendi aklıma geldi. Bizim mahallede oturan ve üç tane kızı olan hanımefendinin kızlarından biri doktor olarak göreve başlamış. İkisi de tıp fakültesinde okuyormuş. Boş zamanlarında hanımefendi hafızlık çalışmasına başlamış.
Hanımın bu hanımefendi hakkında söylediklerinden sonra oturup düşünmeye başladım. Biz boş zamanlarımızda hangi faydalı bir faaliyetin içinde bulunuyoruz. Üç çocuğuna da iyi bir gelecek sunmayı başarmış, aynı zamanda kızlarına iyi bir model olan anne gibi hayırlı işler peşinde miyiz, yoksa faydasız işlerle ömrümüzü, geleceğimizi mi çürütüyoruz?
Bir kişi günlük 3.30 saatini hedefe yönelik olmaksızın, akıllı telefonlarda ya da diğer ekranların başında ya da cafe, eğlence merkezlerinde, kahvehane köşelerinde, gereksiz telefon görüşmelerinde, dedikodu muhabbetlerinde boş işler için harcasa haftanın bir gününü, 24 saati boşa sarf etmiş oluyor. 75 yaşına kadar yaşadığını farz etsek 15 senesini boşa, kıymetsiz işlere harcamış oluyor.
Balzac: “Zamanı öldürmek, en pahalı harcamadır.” der.
Bir zamanlar gönlümden mısralarda yerini bulan şu ifadeler zamanın kıymetini anlatıyor:
Koş İsmail, tut zamanın yakasından!
Hesap soruver senden çaldıklarından.
*
Zaman, hızlı çakan bir şimşek;
Onu fark etmeyen olsa eşek.
*
Zaman, yeniden doğan bir güneş;
Zamandan habersizler bir yığın leş.
Zamanın kıymetini idrak eden insanlar içe dönük bir yaşama sahip oluyorlar. Başkalarıyla uğraşmak yerine kendileriyle uğraşıyorlar, kendilerini ve çevrelerini daha iyi bir konuma taşımanın gayreti içinde oluyorlar. Belirli bir vizyona sahip olarak geniş ufuklu, geniş gönüllü; güzel niyetli, güzel ahlaklı oluyorlar. Kitap okumaya, düşünmeye, araştırmaya, çalışmaya, üretmeye, başkasının derdiyle dertlenmeye zaman ayırabiliyorlar.
Zamanın kıymetini bilen insanlar, başkalarının elindekilere göz dikmek yerine kendi kazanımlarına odaklanıyorlar. Şikâyetçi değil, şükür ehli oluyorlar. Her şeyin iyisini görüp iyiye, olumluya odaklanarak beyin sağlıklarını koruyorlar. Hızlı bir şekilde gelip geçen, satın alınamayan, depolanamayan, biriktirilemeyen zamanın değerini kavrayanlar, insan değeri biliyor; kâinattaki tüm yaratılmışla istenilen düzeyde bir bağ kurabiliyor. İşlerini en iyi şekilde yapmaya çalışarak güzel bir karakter inşa ederek ülkeleri ve insanlık için faydalı bir gayretin içinde bulunuyorlar.
Zamanın kıymetini hakkıyla anlayamamış insanlar ise hem kendi geleceklerini hem de sevdiklerinin geleceklerini ihya değil, imha ediyorlar. Akıllı telefonlar aracılığıyla kendi rezilliklerini sosyal ağlarda servis edenler, hem dünya hem de sonsuz hayatlarına zarar veriyorlar. Sosyal ağlarda topluma iyi yönde model olmak yerine kötü yönde model olanların, görünen mutlu yüzlerinin ve şaşalı hayatlarının arkasındaki iç huzursuzluklar, tatminsizlikler, anlamsızlıkları idrak edebilsek onların bize verebileceklerine hiç müşteri olmazdık.
Kaydır kaydır ne zamana kadar demiştik.
Bugün soralım şöyle bir kendimize. Dur, düşün, yeniden başla yapalım. Gece geç saatlere kadar da olsa, elimizdeki akıllı telefonlarda parmak uçlarımızla çevirdiğimiz kaydır kaydırlar gerçekten bizi iyi bir konuma taşıyor mu? Özgünleştiriyor mu, tek tipleştiriyor mu? Özgürleştiriyor mu yoksa sanal köleler haline mi dönüştürüyor?
Hayat bizim, tek kullanımlık ve bitimli.
Temiz yaratılmış biz insanları kullandığımız sosyal ağlar, daha temiz bir hale mi getiriyor; yoksa aklımızı, kalbimizi, ahlakımızı, yaratılmış varlıklarla iletişim ve ilişkilerimizi kirletiyor mu?
Sakız Adalı Osman Nevres’in mısralarıyla yazımız son verelim:
Nevres, selim ü pâk gelip gitmedir hüner
Yohsa cihana günde bin âdem gelir gider
( Dünyaya gelip gitmek bir şey mi? Günde bin tanesi gelir, gider. Önemli olan çok temiz bir şekilde geldiğimiz pâklıkta dünyadan ayrılmaktır. Çocukluktaki masumiyeti ve temizliği koruyabilmek.)
Ali ALTAYLI