Bu yıl kış bitiminde depoya girip çıkan bir kedi gördüm, nasıl olduysa girmiş. İşyeri sahibi Bekir Amca bu kediyi depodan çıkartalım dedi, ben de Bekir Amca bu kedinin karnı büyümüş bunu çıkartma hem de hava iyice ısınmadı, üşümesin dedim. Belirli süre sonra kedi yavrularını dünyaya getirdi. Biz o arada depoya su, kedi maması, toprak kovası bıraktık. Depo küçük olduğu için belirli süre sonra kokudan içeri giremez olduk. Bekir Amca yavrular biraz büyüyüp gözleri açılınca dışarı bırakmak istedi; ama koli ve dolapların arasına giren yavruları bir türlü tutamadı. Dar ve havasız olan depoda koku gün geçtikçe artmaya başladı. Bekir amca bana kızdı, ben sana demedim mi iyilikten maraz doğar diye.
Yine bu yıl yaz başlangıcında bizim balkona saksının içine bir güvercin yumurtlamış. Çocuklar ve hanım yavru güvercinlerin dünyaya gelmesi için saksıyı düzenleyerek konforlu hale getirdiler. Belirli süre sonra yavru güvercinler dünyaya geldi. Gün geçtikçe büyümeye, saksının içini bırakıp balkonda dolaşmaya başladılar. Balkonun gün geçtikçe rengi değişmeye başladı. Belirli süre sonra yavrular kanatlandılar ve balkon misafirliğini bitirdiler. Balkonun camını, demirlerini, fayansını temizlemek hiç de kolay olmadı.
Bazen rehberimdeki numaraların durumlarına bakarım. Sitem, şikâyet, nankörlük, vefasızlıktan dem vuran sözlerin hiç de az olmadığını görürüm. Gelin beraber birkaçını paylaşalım: “Besledik büyüttük danayı, şimdi tanımaz oldu anayı. İnsanlara ne kadar büyük iyilik yaparsanız size o kadar fazla nankörlük yaparlar. Haksızlık karşısında nasıl dilsiz kaldıysam, helallik istediklerinde de sağır olacağım bazı insanlara. Hava biraz soğusun gölge veren ağacı unutursun. Şunu unutma fazla fedakârlık, fazla vefasızlık getirir. Bunca vefasızlıktan sonra bazılarının ederi kalmadı gönlümde. Kaça deseler, hiçe sayarım.”
Peki, biz iyiliği niye yaparız hiç düşündük mü? İyiliği kendimizi üzelim, strese bunalıma girelim diye mi yaparız? Madem çok üzüleceğiz, yaptığımız iyilikten beklentimiz çok olacak niçin yaparız? Bir ömür bir kişinin vefasızlığını dilimize dolayacaksak niçin iyilik yapmaktan geri durmayız? Bir akrabamıza veya dostumuza yaptığımız küçük bir iyiliğin karşılığı gelmediğinde köprüleri yıkacaksan ne diye iyilik yaparız? Uzun süren küslüklere yol açan iyiliği insan niçin yapmak ister?
Gelin bugün bu konuda kafa yoralım. İyilik yapmak mı kötü yoksa bizim iyiliğe verdiğimiz anlam mı, beklentimizin çok olması mı kötü? Âcizane kendi hayat tecrübemden çıkardığım birkaç madde ile konuya açıklık getirmeye çalışalım:
- Öncelikle biz iyiliği kendimize iyi geldiği, iç huzur verdiği, dinimizin emri olduğu için yapıyoruz. İyilik yaptığında dünyalık, anlık peşin bir ücret almış oluyorsun iç huzur, sonsuzluk kârı ise diğer tarafta ödenecek veresiye olan. Öyle bir veresiye ki alamama ihtimali yok.
- Eğer yaptığın iyilik dünyada seni çok zora sokacak, kendini ve aile düzenini dağıtacak, maddi ve psikolojik kayıplara uğratacaksa, bir ömür diline dolayıp arkadan konuşacaksan o iyiliği yapma. Hayır demeyi bilmelisin, dostun kırılıp üzülebilir; sen, ailen, çocukların, geleceğin dostunun kırılıp üzülmesinden daha önemlidir.
- Tavuk verirsem kaz gelir, küçük hesaplarıyla iyilik yapma; çoğu zaman hayal kırıklığına uğrarsın, elindeki tavuktan da olursun.
- Öncelikle şunu bilmeliyiz ki yaptığımız iyilik er geç bize döner. İnsanlar unutsa bile Yaradan, yaşatan, güneşin, gecenin sahibi unutmaz. İyiliği alışkanlık haline getirdiğimiz sürece bizim en yakın yardımcımız Rabbimiz olur. Hem atalarımız “İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir.” dememişler mi? Balığa, kediye, güvercine, insana takılmadan cömert bir şekilde uzak yakın her canlıya iyilik tohumu saçmak bizi özgürleştirmez mi?
Bizim oralarda hiç hoş olmayan bir adet var. Düğünlerde gelin ve damada isteyen çeyrek takar, belirli süre sonra o çeyrek, takanın oğlu ya da kızına takılmazsa dedikodu başlar. Ben taktım o takmadı, diye. Aradan bir iki yıl geçerse ve diğer adaylara takılmazsa haber gönderip çeyreğimi versin, diye isterler. Ben sana veriyorum sen de bana vereceksin, ben sana iyilik yapıyorum, sen de bana iyilik yapacaksın şeklindeki düşünceler, beklentiler çoğu zaman hüsranla sonuçlanır. Madem bir çeyreği takacak kadar durumun yok niçin takıyorsun? Taktın, maddi durumun iyi niye verdiklerini beyninden söküp atamıyorsun?
Gelin dünya ve sonsuzluğu güzel okumuş, Şirazlı Sa’di’ye kulak verelim: “ İyi işli kimseye kötülük uğramaz; kötülük edenin yoluna iyilik bulaşmaz. Kötülük düşünen baş, kötülük tutar; akrep gibi deliğinde fazla durmaz. İçinde iyilik düşüncesi yoksa ha sen ha taş farkın olmaz. Güzel huylu dostum, kötüyü taşa benzetmekle hata yaptım. Çünkü taşın, demirin, tuncun bile faydası var. Böylesi kötülerin ölmesi iyidir, bırak gebersin. Her insan hayvandan iyi ve değerli olamaz. Kötü bir insandansa vahşi hayvanlarla yaşamayı yeğlerim. Çünkü kötü insanlar en vahşi hayvanlardan daha alçak ve onursuzdurlar. Yalnızca yemeyi, içmeyi, uyumayı marifet zannederler, hayvanlardan nasıl değerli olabilirler? Yol bilen yaya, yol bilmeyip kılavuzu olmayan atlıdan daha önce varır menziline. İyilik tohumu eken, huzur ve saadet harmanına kavuşur. Ben ömrüm boyunca kötü bir adamın güzel bir şekilde anıldığını işitmedim.”
Şöyle bir düşünelim en büyük iyilik Padişahı ve nimette sınır tanımayan Rabbimiz değil mi? Bizim gibi mi yapıyor, şükrü unuttuğumuzda başımıza kakıyor, bizden ümit kesiyor, bedava verdiği zamanı, güneşi, havayı mı bizden alıyor, bir anda nefesimizi kesip öç mü alıyor? Madem, dünya bir imtihandır, en büyük imtihanda en yakın çevremizden gelecek, sabır içerisinde çözüm yoluna giderek cennete yatırım olarak görmeliyiz çektiğimiz stresleri, acıları, sızıları, buhranları. Nasıl ki güneşin sıcağında meyveler kıvama gelir, olgunlaşır; biz insanların güneşi de sıkıntı, çile, ızdırap, ayrılık, kaza bela, hastalık, umduğumuzu bulamamamız.
ALİ ALTAYLI