SANA BU ÂR YETMEZ Mİ?
Fuzûlî’nin “Yetmez mi” redifli gazelini okurken yukarıdaki şiire benzeyen cümleler dökülüverdi bir anda özümden ve 2024 ve önceki yılların bir iç muhasebesi olarak.
Ey nefsim!
Ömür sermayen her geçen gün azaldığı halde
Bu dünya tutkusu sana âr olarak yetmez mi?
*
Ey nefsim!
Yaratıcı seni çok temiz bir fıtratta dünyaya gönderdiği halde
Özündeki bu kirlenme, kokuşmuşluk sana âr olarak yetmez mi?
*
Ey nefsim!
Yaşlılığın emarelerinin birçoğu sende görülmeye başladığı halde,
Sen hâlâ gençlik hevâ ve hevesindesin bu sana âr olarak yetmez mi?
*
Ey nefsim!
2025 ile beraber yaşın kırk dörde merdiven dayayacağı halde
Sen hâlâ ergen kafasında hamsın bu sana âr olarak yetmez mi?
*
Ey nefsim!
Cemil Meriç, camın sicili sim ü zerden daha temiz, cam daha asil dediği halde
Sen hâlâ baki elmasları kırılacak şişelere değişmektesin bu âr olarak sana yetmez mi?
*
Ey nefsim!
Kütüphanendeki eserlerin sahipleri yaşamanın hakkını vererek gittiği halde
Sen hâlâ ölüm uykularında ısrardasın bu sana âr olarak yetmez mi?
*
Ey nefsim!
Sevdiklerine elveda bile diyemeden ansızın bu dünyadan göçüp gideceğin halde
Bir vasiyet bile yazmaya yanaşmıyorsun hâlâ bu tûl-i emel sana âr olarak yetmez mi?
“Ar” TDK sözlük anlamı şu şekildedir:
Utanma, utanç duyma.
Yaşamanın, dünyada insan olarak bulunmanın hakkını en güzel şekilde vermiş,Divan edebiyatının 16. yüzyılda yaşamış ve en büyük şairlerinden olan Fuzûlî 2025 girmeden bize ne söyler?
Gönül yetdi ecel zevk-i ruh-i dil-dâr yetmez mi
Ağardı mûy-i ser sevda-yi zülf-i yâr yetmez mi
(Ey gönül! Ecel gelip çattı, sevgilinin güzel yüzünden aldığın zevk yeterli değil mi? Başının saçı ağardı, yârin saçının sevdası sana kâfi değil mi?)
*
Yetirdi başını gerdûn ayağa bârı mihnetten
Hayâl-i halka-i gîsû-yI anber-bâr yetmez mi
(Felek, mihnet yükünden başını ayağına erdirip seni iki büklüm etti. Sevgilinin amber gibi koku saçan saçının halkasını daha ne kadar hayal edip duracaksın?)
Sırtında ağır yük taşıyan kimsenin başı nerdeyse ayağına yaklaşır, vücudu bir halka biçimini alır. Felek Fuzûlî’ye öyle çok mihnet yüklemiştir ki onu taşımaktan beli bükülmüş, vücudu âdeta bir halkaya benzemiştir. Böyle olduğu halde hâlâ güzellerin saçının halkasının hayâli ile vakit geçirmektedir.
*
Sana yetdi ecel peymânesin nûş etmeğe nevbet
Hevâ-yı çeşm-i mest ü gamze-i hun- hâr yetmez mi
(Ecel kadehini içme sırası sana geldi. Sevgilinin sarhoş gözünün ve kan içen süzgün yan bakışının sevdası yeterli değil mi?)
*
Yeter oldu kulağa bang-i rihlet dehr bâğından
Ne durmışsen temâşâ-yı gül-i ruhsâr yetmez mi
( Dünya bahçesinde kulağına göç davulunun sesi gelmeye başladı. Daha ne duruyorsun, gül gibi yanağın seyri sana kâfi değil mi?)
Eskiden kervanlar belli bir süre yolculuktan sonra dinlenmek için konaklarlar, yola çıkılacağı zaman da herkesin hazırlanıp toplanması için davul çalarak duyururlarmış.
*
Yeter cem‘ eyle bâr-i ma’siyet tağyir-i etvâr it
Hayâ kıl yok mudur insâftın ol kim var yetmez mi
(Daha fazla günah yükü toplama hareket ve tavırlarını değiştir. Utan, hiç insafın yok mu, mevcut günahın sana kâfi değil mi?)
*
Hidâyet menziline yettiler sa’y ile akrânın
Dalâlet içre sen kaldın sana ol âr yetmez mi
(Arkadaşların koşup ulaşmak istedikleri doğruluk yerine ulaştılar. Yoldan sapıp sen menzile ulaşamadın. Yanılgı içinde bir sen kaldın. Bu utanç, sana yetmez mi?)
*
Fuzûlî deme yetmek menzil-i maksûda müşkildür
Dutan dâmân-i şer’-i Ahmed-i Muhtâr yetmez mi
(Fuzûlî! İstenilen yere ulaşmak güçtür deme. Ahmed-i Muhtar (Hz. Muhammedi in şeriatının eteğine yapışan istediği yere ulaşmaz mı? (Elbette ulaşır)
Cengiz Bayraktar, Fuzûlî’nin “Yetmez mi” Redifli gazeline nazire yazmıştır:
Nazire, bir şiire özelliklere gazellere başka bir şairin aynı konu, vezin, kafiye veya redifle yazılan şiirlerin genel adıdır.
Gönül yetsin hayât kavgan ruhun kurtâr yetmez mi
Yaşın erdi kemâle onca itibâr yetmez mi
*
Yetirdi hem zaman envâi mihnetten sana sundu
Sana minnet düşer şimdi bu nimet vâr yetmez mi
*
Bekâsı yok fani dünyâ ecel her an seni yoklar
Hazır olman gerekmez mi bu âşikâr yetmez mi
*
Yeter olsun bu hasbıhâl bir uyârı bir kurtuluş
Kulak as sende boş durma bu işgüzâr yetmez mi
*
Yeter değiş değiştir seni değiştirmeden zâman
Sanâ cennet vaat eden o lütufkâr yetmez mi
*
O gün ne yüzle ondan af mağfiret dilersin söyle
Alındaki bu kap kâra leke bu âr yetmez mi
*
Yeter sanâ o gönlündeki var korkusu bayraktar
Bu sermayeyle başla olda tövbekâr yetmez mi
İmam Gazali nelere en çok sevineceğimizi ne güzel ifade etmiş:
“Her geçen gün ömrü azaldığı halde malı artıyor diye sevinen ahmaklardan olma. İlmin ve amelin artıyorsa sevin.”
“Ömründen her geçen güne sevinen bir insan ya askerdir ya mahkûm.”
Askerlerin ve mahkûmların en çok dillendirdiği bir özdeyiş olsa gerek.
Ya da geçen günlere, Hz.Mevlânâ gibi Şeb-i Arûs gününe yaklaştırdığına sevinen özü, sözü, yaşantısı temiz aşkın ruhlu, yüce gönüllü, dünyada yaşayan ama dünyayı yaşamayan insanlar sevinse gerek.
ALİ ALTAYLI